Dünyadan

Londra – 2016

İkinci gelişim bu.
İlk gelişimi yazıya dökebilseydim, British Muzeum, Darvin’in tükanı Natural History Museum, Tate Modern, detaylı Camden Town ve Brighton konusunda birşeyler karalayacaktım olmadı.
E bunlar yoksa ne var?
National Gallery, Imperial War Museum, Victoria & Albert Museum, London Zoo, China Town, Borough Market vs vs.
İngiltere’den en çok aklımda kalan alttaki aslında.
Yediğim içitiğim benim olmasın, onu da anlatacağım.
Cider, elma birası da diyebiliriz, armuttan yapılanı da var.
En ünlüsü ve en sık bulunananı bu; Magners.
Çürük elma tadında bira kadar alkollü şahane içecek…

Londra’ya nederen başlanır?
Tabi ki Londra’nın Kızılay Meydanı, Taksimi, Trafalgar Square.
Meydana bakan bina National Gallery.
Aslanların baktığı yöne bakarsanız Big Ben’i görebilirsiniz.
National Gallery’e gireceksiniz diyelim, içeri geniş en az 1 saat alır. Baktınız karın aç.
Napacaksın tak, Pret A Manger bulacaksın. Kahveci, içecekçi, sandviççi.
Her köşe başında var hatta havaalanlarında.
Fiyat performans ayarı iyi ayarlanmış mekan.
.
Sandviç ve içeceğinizi National Gallery önündeki merdivende ecnebileri izleyerek bitirebilirsiniz.
Yalnız çorba ve meyve yemeyin diyebilirim, sadece Pret A Manger değil genele de yayabilirim.
Sandviçler 2.5 – 6 pound arası. Domuzla sorunu olanlar için vejeteryan öneririm.
Meyve sadece rengi olan sulu bir madde, ne tadı var ne tuzu, hangi meyve olursa olsun.
Çorbalar da çorba değil, aslında makarna sosu, yanlışlıkla biraz sulu yapmışlar. Bence.
.
National Gallery tam bir perspektif mekanı.
Nereye kafanızı çevirseniz böyle gel gel diyen bir eser çıkıyor.
Her hol ve koridor sonuna bir ünlü tablo yerleştirmişler.
Müze rehberi olmadan gezmeyin derim.
Müzelerden çok hoşlanmıyorsanız ama dostlar gittiğinizi sansın isterseniz hiç gezmeden, müzedeki hediyelik dükkanına girip bu koridor sonlarındaki ünlü eserlerin hediyelik eşyalarını alıp çıkın.
Yeri gelmişken söyleyim, Londra’daki tüm ünlü müzeler ÜCRETSİZ.
Yalnız müze planı ya da rehberi isterseniz bağış yaparak bir nüsha alabilirsiniz.
Bağış da zorunlu değil tabi bir kutu var gönlünden geçen atıyor bozuk para.
.

Yine muhteşem perspektif, göz önce direk karşıdaki objeye sonra odadaki eserlere gidiyor.

.
.
Altta ve üstte orta çağ kilise eserleri de çok ilgimi çekti.
Alttaki aziz de bir arkadaşıma çok benziyodu çekeyim dedim.
.
Yukarıdaki de bir kahramanın-lordun tam hatırlayamadım bir cini öldürme anı.
National Gallery balkonu Trafalgar Meydanı ve devamında Thames Nehri’ne kadar giden bir görüntü veriyor.
Sigara içmeseniz de yakın bir tane.
Hemen bayrakları asın, üstte Londra’daki ünlü Simit Sarayı.
Trafalgar’dan Picadilly Circus, oradan da Leicester Square’e giderken karşılaştık.
Chinatown da yakınlarda. Burayı detaylı aşağıda devam ederim.
Leicester Square’de çocuklu olun olmayın yaşınız ne olursa olsun M&M Store’a uğrayın.
Yalnız çocuk ile giderseniz işler zor. Üzerinde m&m karakteri olan emvai çeşit oyuncak, kıyafet, günlük kullanım eşyası ve hediyelik var.
Ürünler muhteşem tasarım ama tabi ki kalitesiz ve pahalı.
Altta istediğiniz renkte m&m alabileceğiniz silindirler var.
Ucundaki musluk ile poşeti doldurup, tarttırarak ödüyorsunuz.
.
Leicester Sq önünde sağlı sollu hediyelikçiler ve müzikallere bilet alacağınız mekan var, az gezin durmayın öyle boş boş.
Peki acıktık, ne yapacaz. China Town bir deneyelim dedik.
Sağlı sollu birbirinden çok da farkı olmayan mekanlara bakındık durduk.
İki de lokal rehberimiz baldız – bacanah 🙂 vardı onların da önerisiyle daldık bir yere.
Beni cezbeden camekanda duran parlak kızıl renkte, baş ve boyunları duran pişmiş ördekler oldu.
.
.
.
.
Lotus Garden’a girdik. Fiyatlar yukarıda.
Küçük üç katlı bir yapı.
Öncelikle Çin geleneksel birası aldık, cam geniş bardaktaki oydu.
Ekşi bol acı çorba, (as always) tatlı ekşi soslu tavuk, bir de unuttum ne olduğunu etli birşeyler istedik ana yemek.
.
Yanında sebzeli pilav ya da noodle.
Ben Türkiye’de Çin yemeği neden bu kadar pahalı anlamıyorum.
Altı üstü spaghetti’nin incesi noodlea server ödenen bir sürü yer var, neyse.
.
Gelelim benim yemeğime; yarım pekin ördeği.
Karides cipsi ile tabakta geliyor.
Yanında lavaştan ince biraz krepe benzer ince ekmek, yeşil soğan ve salatalık.
Alttaki gibi dürüm yapıp yeniyor diye biliyorum, bolca video izlemiştim, hatta uzak doğuda afilli yerlerde şef kendi eliyle yapıp bu dürümü.
.
Bir kez daha uyarımı yapayım. Türk parasına çevirmeyin!
Fiyat 4 kişi tıka basa yemek, alkoller dahil ve tabi en pahalısı ördek dahil 89 pound.
Türkiye’de bu ayarda bir yerde alkollü 150 tl altı imkansız oğlu imkansız.
China Town akşamları böyle cıngıllı ışınklı güzel bir mekana dönüşüyor.
Bir sonraki gün hayvanat bahçesine gidelim diye planladık.
Tam nerede indik bilmiyorum metrodan ama yol üstünde Londora Merkez Cami ile karşılaştık.
Hayvanat bahçesi, The Regent’s Park’ın Camden Town’a doğru olan tarafında.
.
Fiyatlar bu şekil. Eccük fazla. Yapacak birşey yok.
Girişte goriller vardı. Uzun süre robot mu acaba dedik.
Bu yazdıklarımı altta belki de bolca tekrarlayacağım; hayvanat bahçelerine ufaktan kılım.
Hayvanları izlemek yerine, zorla kapatıyorlar canları sıkkın mı acaba, aç mı, susuz mu, psikolojisi yerinde mi diye düşünmekten zevk almıyorum.
Ama burada hayvanlar resmen mutlu.
Bir de eksiden Atatürk Orman Çiftliği komple filin dışkısı kokardı. Hayvan ölünce üzüldük ama kokudan da kurtulduk hani.
Burada hiç koku yok, hiç!
İşte altta tüm planları mahveden kaplan bölümü.
Saatlerce kaplan göreceğiz diye dolandık durduk, sonra kapanma saati yaklaştığımızı farkedince cıncık gibi hayvanları kaçırdık.
.
Hayvanat bahçesinin her bir bölümünde ilgili hayvanın doğal hayatını oluşturmaya çalışmışlar.
Altta ufak bir nehir gibi.
.
Altta kaplana yaklaşılmaması için ilginç bir uyarı.
Adamlar tabi en büyük sömürgeci olunca British Museum’a dünyanın dört bir yanından eser getirdiği gibi hayvanat bahçesini de gıyamet gibi hayvanla doldurmuş.
Altta dev kaplumbağa mesela.
.
Bu penguenler sanırım Galapagos Adası’ndan. Tek ılıman iklim pengueni. Tam zamanında gitmişiz görmeye, bakıcıları beslenme saatinde bolca şov yaptırdı.
Baya ünlüler bu penguenler hayvanat bahçesinde, bir çok yerde beslenme saatlerini gösteren poster var bolca.
.
Bu aralar Türkiye’de de revaçta. Kelebek çadırı.
İlk kez burada gördüm. İçerde ılıman bir hava, yoga müziği, elinize kolunuza konan emvai çeşit kelebek.
Çok garip bir yerdi çok.
.
Dedim ya kaplanı aramakla geçirdik zamanı. Hayvanat bahçesinin iki bölümü var. İkiye ayıran da bir su kanalı var.
Karşıya geçen bir kaç köprü ve alt geçit var.
Veeee grubun favori hayvanı zürafa.
Kapalı bir alan. Dedim leeeeş gibi kokucak. Tertemiz hayvanlar ürkmüyor alışmış.
Bu da okapi, safariye çıksanız göremezsiniz.
.
.
Her bir hayvan için doğal ortamını oluşturmaya çalışmışlar.
Sürekli ılık su sıçratan tesisat olan yağmur ormanı bile var, sürekli 30 derece.
Bazı hayvanlar da kafeste değil insanlarla temas halinde.
.
.
Ve tabi ki olmazsa olmaz. Zoo shop. Bolca peluş oyuncak, çocuklar görmeden koşarak kaçmak lazım.
Dedim ya hayvanat bahçesinin bir yanı Camden Town.
Yürüyerek oraya devam ettik.
Yani İstanbul’un “bir zamanlar” İstiklal’i, Ankara’nın Tunalı’sı.
.
Londra’da her köşe başı olmasa da hadi 10 köşe başında bir diyelim Itsu var. Hazır suşici.
2-5 pound arası fiyatlarda farklı farklı roll’ler var.
O gün müydü hatırlayamadım ama bir gün 19:00 sonrası gittik, ellerindeki bitsin diye %50 indirimliydi her şey.
.
Camden Lock Market güzel bir saatte giderseniz, büfe tadında  mekanlarda dünya mutfağı tadılabliyor.
Malezyalı, Çinli abiler ablalar büruuuuun diye kendi tezgahına çağırır.
Çok hijyenik gözükmese de sonuçta Londra’dayız birşey olmaz diyip hep yedim vallahi.
.
Bir kısmımız da oranın tekeli gibi alkol-yemek mekanı The Ice Wharf’da yedik içtik.
Yemek ve alkol gayet ucuz bu arada. Mesela fish & chips.
Akşam vakti Camden’dan bir görüntü.
.
Londra’da tüm yollar St. Pancras ve King’s Cross’a bağlanıyor.
Bilimum ulusal, uluslararası, bölgesel trenler buradan kalkıyor ya da buralara uğruyor.
Sanırım ikisinde de ücretsiz wifi var. Sürekli işlerimi burada halledip devam ediyordum.
.
.
Imperial War Museum’a gideyim dedim. Nehir ortasında bir istasyonda durup indim. Yukarıda fotoğrafta, sağ ortada üçgen bina The Shard, biraz daha sağda görünen de Tate Modern.
Tate Moderm bu gidişimde değil ama bir önceki ve sonrakinde gittim. Bir çok gösterim salonu var. İstanbul Modern gibi, sabit ve değişen sergileri var.
Özellikle müze çıkışı kitaplıkta herkes için ilgi çekebilecek kitap var.
.
Imperial War Museum, en alt katta geçici mi bilmiyorum, özellikle I.Dünya Savaşı pavyonu vardı.
Özel siyah beyaz gösterimler, ışıklandırmalar, modern animasyonlar çok ilgi çekici.
.
Tabi ki bolca kendi gözlerinden I.Dünya Savaşı’nı anlatıyorlar.
Osmanlı için çok küçük yer ayırmışlar. Asıl savaşanlar Fransa, Almanya, Rusya ve İngiltere diğerler tırışkadan savaşa girip çıktı gibi anlatılmış.
Altta Osmanlı nasıl savaşa girdi, Almanya neden destekledi gibi bilgiler bir de sanırım Arap Cephelerinde kullanılmış bir çarık var.
İşte altta da büyütülmüş hali.
Almanya, Mısır ve Hindistan’ın Osmanlı’nın yanında olacağını düşünüyormuş.
.
Altta da Süüveyş Kanalı’nda 1915’de ele geçirilen Türk Bayrağı var.
Türk Ordusu, Mısır’daki Sina Çölü’ne doğru itildi yazıyor.
.
Bunlar da yine ele geçirilen Türk subay ve er kıyafetleri.
.
Yukarıda da Çanakkale’de yaşadıkları hezimeti anlatıyor.
Üstteki tank da ünlü. Arden Ormanları sanırım orada çamura çakılı kalmış.
Bu arada tank ilk I.Dünya Savaşı’nda piyasaya çıkıyor ama asıl kullanım alanı 2.Dünya Savaşı oluyor.
Savaş insan vücutlarında kalıcı hasar verdikçe, estetik cerrahi de gelişiyor.
Altta burnu parçalanan bir İngiliz askerin, göğsünden parçayla yüzü birleştirilerek burun şekline geitirlmesi anlatılıyor.
.
Bir üst katta 2.Dünya Savaşı var.
Biz içerisinde olmasak da açıkçası benim daha çok ilgimi çekiyor.
Hitler’in komuta merkezlerinden birinden gelen orjinal kartal ve Nazi sembolü. altta.
Binanın ortasında büyük bir hol var.
Bir sürü savaş makinesi var. Ben ordayken de bir programın canlı yayın devam ediyordu.
.
Altta 2.Dünya Savaşı’nda Amerika’nın kullandığı atom bombası “Little Boy” un aynı boyutta kopyası, bunu Hiroşimaya attılar. Bir de “Fat Man” var, Nagazaki’ye attılar.
Müzenin en üst katı, Holocaust bölümü yani Yahudi soykırımı bölümü. O katta fotoğraf çekmek yasaktı.
Yahudiler iyi bir lobi yapmışlar. Tamamen bir katı kendilerine almışlar. Dünya’nın her noktasına saldıran İngiliz İmparatorluğu’nun savaş müzesinin üçte biri yahudi soykırımı üzerine olması biraz garip geldi.
Çok etkileyiciydi, çıkarken ağlayanları bile gördüm bu kattan.
.
İşim bitince tabi ki dönüp dolaşıp uğrayacağım yer olan St. Pancras.
.
Sonra Thames kenarında bolca yürüdük.
Nereye gideceğiniz farketmez, nehir boyu yürümek çok zevkli.
Nehir kenarı afilli pahalı turist öpen mekanlarda bir cider için derim, bu gidişimde neredeyse her mekanda farklı bir marka cider içtim.
En iyilerinden birisi alttakiydi.
Nehir kenarı yürürken, bir köprüye çıkıverip fotoğraf çekmemek olmaz tabi.
Karşıda Covent Garden yakınlarında Lyceum Tiyatrosu, Aslan Kral oynuyor.
Altta da iş çıkışına denk gelmiştik fena kalabalık.
İngiliz tarzı işte iş kıyafetleriyle birkaç bira içip dağılıyorlar.
Yine yemek için girdiğimiz bir yerde başka bir cider altta.
Bir sonraki gün daha önceki gelişimde gitmediğim için Victoria & Albert Müzesi.
Diğer tüm müzeler gibi burası da ücretsiz.
Bura bana diğer müzelere yeteri kadar eser koyduk, şunları da ortalığa saçalım tadında bir müze gibi geldi.
Çok karmaşıktı bir de çok sıkıldım.
Yukarda bir yerden alttaki heykel ve yapıların fotoğrafı çektim. Sonra uzun süre aşağı inip yakından bakayım dedim. Ama bir türlü aşağı inemedim.
Bir de metal eşyalardan heykellerin olduğu modern sanat bölümü vardı.
Şimdilerde hep Show Haber’de görüyoruz “oto sanayici heykel yaptı” diye, onların atası diyebiliriz bunlara.
Altta da Science Museum fotoğrafları var. Tabi ki ücretsiz.
V&A Müzesi o kadar yordu ki gezemedim yeteri kadar Bilim Müzesi’ni.
Altta da Londra’da yaşayan bir arkadaşımla Türklerin işlettiği bir restorana gittik aynı gün.
Poppies Fish & Chips, fiyatlara bakmak için koyayım aşağıya dursun.
Çok lezzetli bir yerdi aklınızda bulunsun.
Akşam da Covent Garden yakınında bir mekana gittik.
Normal alelade alkol yemek yenebilen bir yer, ama gece böyle büyük mekanlarda bodyguard lar duruyor.
Bu da içerisi. Akşam bu şekil takılıyolar işte.
Covent Garden’daki Apple Store, üstte.
Covent Garden da merkezi, turist çeken bir nokta.
Afilli markaların, restoranların olduğu bir mekan.
Bir kaç sokak uzaklıkta kocaman bir bit pazarına denk geldim ama kapanmak üzereydi.
Ara sokaları da keşfetmekte fayda var.
Sonra yine Thames kenarında yürümeye geçtik.
İstikamet Borough Market.
İngiltere’de kıyıda köşede kalmış yemekler ve dünyanın dört bir yanından gelenlerin ürünleri ya da orada hazırladığı yemekleri bulabiliyorsunuz.
The Shard’a ulaşmaya çalışsanız yeterli aslında hiç harita kullanmaya gerek yok.
Giderken orta çağdan kalma garip yapı ve sokaklardan da geçtik.
Burası her gün açık galiba ama haftasonları özel tadım günleri yapan mekanlar var.
Dediğim gibi özel ürün satan da var, dürüm yapan da. Taze meyve suyu, atom satan da var, taze tavşan eti satan da..
Açıkçası ayak üstü atıştırmalık bir şeyler bulmaya gittik.
Bir önceki gidişimde Greenwich’de bir panayırda dürümde bir şeyler aldım. Dedim adama bu ne, Türkiye’den tantuni dedi. S.ktir lan dedim, anlamadı tabi, Türkiye’li olduğumu duyunca bir gerildi. Ama yedim işte.
Yani tam yerel tatlar değil de benzerlerini bulabilirsiniz diyeyim.
Altta istiridye. Deniz suyu ve kokusu üzerinde, limonla çiğ yeniyor. Hiç yemek seçmem ne bulsam yerim ama 10 dakika öğürdüm 🙁
Ve altta domuz rosto. Biraz da böyle Türkiye’de ya da yakın coğrafyada bulamayacağım bir şey arıyordum. Buldum. Yani alışık olmadığımız bir tat ama kötü değil.
.
Üstte hayatımda ilk kez gördüğüm mantar türleri.
.
Ve sonraki durak Notting Hill.
Burası aynı isimde bir filmle patladı.
Yılda bir karnaval oluyor galiba. Bir de Portobello Caddesi ile ünlü.
.
.
.
Kızımızın midesi bir çorba görsün diye elli yere sordum. İspanyol restoranında yoktui İran restoranında varmış ama çok acıymış, pizzacılarda bulamadık.
En son bir yerde vardı, o da makarnaya bolonez sos olacakmış da sulandırıp çorba yapmışlar gibi birşeydi.
Alttaki mekan. Oranın kırrathanesi galiba solda dayılar müzelik.
Mekan iddiasına göre özel üretim stout bira sunuyordu, altta. Türkiye’deki Guinness türevi bir bira. Ama daha yoğun daha acı.
.
.
Geri merkeze döndük. Regent Street’de Hamleys uğradık.
Çocukla geziyorsanız yolunuzu değiştirin, girmemek için çamura yatın.
Çok pahalı ama büyüklerin bile ilgisini çeken eğlenceli bir yer.
Ve yine Itsu. Tabi ki bu saatte %50 indirimli.
.
.
Sonra her akşam olduğu gibi Borehamwood’da kaldığımız eve döndük.
Yolda her gün gördüğümüz Likya Ocakbaşı. Pahalı, afilli bir yermiş duyduğumuz kadarıyla.
Londra’nın kuzeyinde merkeze trenle yarın saat mesafede bir evin içinden görünüm.
Bu şekil evlerde kalıyorla işte.
Yok öyle bizdeki gibi 3-4 oda, bir salon 70 tuvalet.
.
.
.
Dönerken cebiniz bu şekilde oluyor.
Bu bozukluklukları çok kullanıyorlar.
Bir de elimde sigara kalmış, gezerken içiyorum ara ara.
Evden getirmezseniz en ucuzu 10 pound, aklınızda olsun. Burada millet sarma tütün içiyor.
.
Son gün de bir Tesco’ya gidip eve götürmelik hediyelik bir şeyler bakayım dedim.
Bol bol da fiyat etiketi çektim.
.
Şaraplar 4 pound civarı.
.
Cider ya da bira 1-5 pound civarı.
Altta 2cm steakler 2.5 pound.
Yani Londra ucuz ama pound pahalı 🙁
.
Alttakilerden de bolca aldım, yolda dayanıyor sonuçta işlem görmüş et.
.
Altta kahvaltılık beacon.
İngiliz kahvaltısında vardır illa. Hatta geleneksel kahvaltı; kuru fasülye, kızarmış domates, yumurta, bacon, mantar, kızarmış ekmek.
.
Yine son gün farklı marka cider aldım ama midem allak bullak tümünü içemedim.
.
.
Son birkaç söz.
Dinozor bir interrailciyim.
Avrupa’da otobüsle bol seyahat etmişliğim de var.
İngiltere çok da gezip görülecek bir yer değil diye düşünüyordum.
Ama hem tarihi hem modern hem 24 saat yaşayan şehir Londra’yı görüncei ki bir sürü de tanıdık olunca 3 kez gittim. Sonuncuda artık sıkıldım ama üzerinden 1.5 yıl geçince yine gidesi geliyor insanın.
That’a all folks.