Dünyadan

Tokyo’da 7 Gün – 2016

İlk kez bir Uzak Doğu ülkesini görecek olmanın heyecanıyla yola çıkıyoruz. Yola çıkmadan önce yapılacaklar arasında Onur Ataoğlu’nun “Japon Yapmış Türk Gezmiş” kitabını mutlaka almanızı tavsiye ederim. Hem keyifle okuyacak, hem de çok faydalanacaksınız…

1.Gün

Tokyo Edo Müzesi

Tokyo’da ilk gün, yoğun yağmur karşıladı bizi. Havaalanından Hanzamon’daki otelimize metro ile ulaşıp yerleştikten sonra, bu yağmurlu havada yapılacak en iyi şeyin müze gezmek olduğuna karar verip Tokyo Edo Müzesi’nin yolunu tuttuk. Japonya’ya adım atar atmaz hissedeceğiniz ilk şey insanlarının ne kadar güler yüzlü ve yardımsever olduğu. Müzenin girişinde tanıtım broşürünün Türkçesi var mı diye çok tereddütle sorduğumuz görevlinin ne kadar içten şekilde aradığını, bulamayınca mahcup oluşu yaşadığımız örneklerden sadece biri…

Tokyo Edo Müzesi, Tokyo’nun tarihinin sergilendiği daha önce gördüğümüz müzelerden oldukça farklı ve çok da modern bir müzeydi. Edo, Tokyo’nun önceki adı, daha sonra “doğunun başkenti” anlamındaki Tokyo olarak değişiyor. Bu müzede hem şehrin yüzyıllar boyunca yaşadığı değişim ve gelişime tanıklık edebilir, hem de Japon kültürü hakkında sayısız bilgi edinebilirsiniz.

Müzeyi gezdikten sonra kurulan sahnede eksi geleneklere dair bir şov başlıyor, biz de izlemeye başlıyoruz. Ama jetlag etkisi ile uyku öyle bir bastırıyor ki karşı koymak mümkün değil, bir yarım saat müzede uyuduğumuzu itiraf ediyorum 🙂 Ki bir kişi de gelip burada ne yapıyorsunuz diye sormadı, uyarmadı onu da belirtmeden geçemeyeceğim…


Tokyo Edo Müzesi


Müzeden Minyatür Örnekleri

Ginza

Uykumuzu alıp 🙂 müzeden çıktıktan sonra yağmurun dinmediğini görüyoruz ama yapacak bir şey yok, gezmeye devam.
Ginza, Tokyo’nun en ünlü ve zengin muhitlerinden biri, bunun bir sebebi de şık ve pahalı markaların mağazaları. Metro ile ulaşıp caddeye ayak bastığımızda yalan yok ilk dikkatimi çeken şey, saatlerdir yağan yoğun yağmura rağmen, caddelerdeki sıfır su birikintisi oldu. Ne diyelim “Adamlar yapmış!”.

Gayet pahalı ve ünlü markaların tamamının (en az) 1 mağazası olduğunu gördüğümüz Ginza’nın bizim için çok cezbedici bir yanı yoktu, ne de olsa onca yolu alışveriş yapmak için gelmedik. En çok aklımda kalansa “Apple” mağazası oldu. Türkiye’de farklı markalar dahil böyle bir mağaza görmedim. Caddeden girişi olan mağaza 4-5 katlı ve her katında farklı etkinlik, pazarlama ve gösterimlerle ürün satışı yapıyorlar. Hatta katın birinde müşterilerle gerçekleştirilen workshop benzeri bir etkinlik vardı, etkileyiciydi.

Bir süre gezdikten sonra, rehber kitabımızın 🙂 da önerdiği şekilde caddeyi görecek şekilde bir kafeye gidip çaylarımızı yudumladık.


Ginza’da

Roppongi

Yediğimiz yağmur sonrası otele uğrayıp üstümüzü değiştiriyoruz. Günü bitirmeyi hedeflediğimiz yer Roppongi. Nasıl Japonya karaokenin merkezi ise Roppongi de Tokyo’nun karaoke ve eğlence merkezi. Öncesinde metro ile Roppongi Hills alışveriş merkezine uğruyoruz. Burada biraz dolaştıktan sonra Roppongi caddelerine doğru yol alıyoruz.
Cadde ve ara sokaklar bar, disco ve eğlence merkezleri ile dolu. Roppongi’de onca yolun yorgunluğu da eklendiği için çok fazla vakit geçirmedik, otelimize döndük.
Bu noktada, sonraki günlerde de fazlasıyla dikkatimi çeken, beni Japonya’da en çok hayal kırıklığına uğratan konudan bahsetmeden geçemeyeceğim. Kendi oturmuş kültür ve geleneklerine rağmen Japonya’da her yerde batı kültürüne olan özenme (alışveriş kültürü, müzik, giyim-kuşam vb.) ve taklit dikkatinizi çekecektir. Bazı noktalarda taklidin ötesine geçip daha başarılı bile olduğunu görebilirsiniz. Buna niye ihtiyaç duyduklarını açıkçası ben anlayamadım…


Roppongi

2.Gün

Akhaibara

Güne başlangıç için düşündüğümüz yer; Akhaibara. Tokyo’nun dolayısıyla da bir nevi dünyanın teknoloji merkezi olarak anılıyor. Yine metro ile Akhaibara’ya ulaşıyoruz. Kendimizi bir teknoloji mağazasına atıyoruz ki her türlü makine, dijital alet, bilumum teknolojik cihaz sergileniyor. Güzel bir deneyimdi, ama biz doğru mekanı mı tam bulamadık yoksa artık dünyadaki teknoloji farkı mı kapandı çok da farklı bir şey gördüğümüzü söyleyemem.


Akhaibara’da bir teknoloji mağazası

Asakusa

Teknoloji ile yeterince vakit geçirdiğimizi düşünüp sonraki durağımız Asakusa’ya doğru yola çıkıyoruz. Açıkçası Asakusa gezimiz boyunca en merak ettiğimiz, görmeyi en çok istediğimiz yerlerden biriydi. Gördüklerimiz bizi hayal kırıklığına kesinlikle uğratmadı.
Burası şehrin tarihi ve geleneksel dokusunu görebileceğiniz yerlerden biri. Metrodan yürüyünce önce Nakamise alışveriş sokağı ile karşılaşıyorsunuz. Sokak boyunca sağlı-sollu dükkanlardan Japonlara has geleneksel ürünlerden alabilirsiniz. Biz de oraya özgü ne olduğunu tam da bilmediğimiz yeşil dondurmasından alıp yedik. İlginç olan elinizde dondurmayla yürümenin yasak olması, durup yiyorsunuz ondan sonra yürümeye devam ediyorsunuz 🙂
Sokağın sonunda ünlü Sensoji Budist Tapınağı bulunuyor. Özellikle batı ülkelerinde çok kilise gördüyseniz, doğudaki bu tapınakların kesinlikle çok farklı bir dokusu olduğunu göreceksiniz. Tapınağın arkasında bir de Şinto tapınağı mevcut. Şintoizm Japonların en eski ve geleneksel dini, ama Budizm de oldukça yaygın. Bu alanda farklı din ritüellerine tanıklık edebilirsiniz.


Sensoji Budist Tapınağı


Kutsal Su ve Dini Ritüeller

Şinto tapınağının çevresindeki heykeller ve bahçeyi gezmek oldukça keyifliydi. Sonrasında ara sokakları ve çevreyi de geziyoruz. Bu arada Asakusa semt turu yapan rehberler de dikkatimizi çekiyor, turistleri kendileri taşıyarak gezdiriyorlar…


Asakusa mahallesinde özel turlar

Sonrasında Asakusa’da bir restoranda Japonların ünlü yemeklerinden olan “Yakutori” yiyoruz. Bizdeki karşılığı tavuk şiş 🙂 Yediğimizi beğeniyor, ödemeyi yapıp çıkıyoruz ama o da ne? Kadın peşimizden gelip bıraktığımız bahşişi geri veriyor, kesinlikle kabul etmiyor… Asakusa geleneksel bir mahalle diye düşünerek daha Avrupai tarzda bir restoranda da bıraktığımız bahşiş sonrası garson peşimizden koşarak geliyor “paranızı unuttunuz”. O zaman diyoruz ki Japon geleneğinde bahşişin yeri yok :)…

Shinjuku – Tokyo Belediye Binası

Asakusa’dan sonra günün son durağı Shinjuku’ya geçiyoruz. Öncelikle en üst katından (45.kat) görülen manzarası ile ünlü olan Tokyo Belediye Bina’nı buluyoruz. Daha asansörlerin bulunduğu alanda sırayı görüyor ve şaşırıyoruz. Fazlasıyla rağbet gören bir yer olduğunu anlıyoruz ve merakımız da artıyor. Yukarıda manzara gerçekten güzel, Tokyo ayaklarınızın altında. Ama en etkileyici olan Fiji Dağı’nın görüntüsü. Fiji Dağı, Japonlar için kutsal denecek kadar özel bir konumda. Uzaktan görebildiğimiz bu güzel yanardağ, Japonya’ya bir daha gelebilirsek, ilk uğrak noktalarımızdan olacak…


Tokyo Belediye Binasının çatısından Fiji Dağı

Manzaraya doyduktan sonra belediye binasından ayrılıp Shinjuku caddelerine doğru yola koyuluyoruz. Shinjuku, Tokyo’nun merkez semtlerinden. Hareketli, kalabalık ve eğlence mekanlarının da çok olduğu bir yer. Özellikle Korean-town denilen bölgesi hareketli. Burayı da keşfettikten sonra otelimize dönüyoruz…


Shinjuku Caddeleri

3.Gün

Ueno – Ameyoko Caddesi

Bugün amacımız şehrin bir diğer merkezi konumundaki Ueno’yu ve içinde yer alan büyük parkı gezmek. Metro ile Ueno’ya kolayca ulaştıktan sonra ilk rotamız Ameyoko Caddesi oluyor. Ameyoko bizdeki 1 milyonculara benzer dükkanlarla çevrilmiş, her türlü ıvır-zıvırı bulabileceğiniz bir yer.
Ueno’yu ben Ankara – Ulus’a benzettim, Ameyoko Rüzgarlı, parkı da gençlik parkı gibiydi 🙂 Ama Ulus’u bilenler güvenli bulmayabilirler, burada öyle bir derdiniz olmuyor. Yeri gelmişken belirteyim Tokyo – Japonya bizim kendimizi her türlü en güvende hissettiğimiz ülke / şehir (Batı Avrupa ülkeleri dahil) oldu.


Ameyoko

Ueno Park – Ueno Zoo Park

Ameyoko’yu gezip gördükten sonra Ueno Park’a geçiyoruz. Park gerçekten güzel ve oldukça büyük. İçerisinde büyük bir hayvanat bahçesi de bulunan park da heykeller, tapınaklar, botanik bahçeleri gibi keyifle gezebileceğiniz yerler mevcut. Biz de hiç de azımsanmayacak kadar bir vaktimizi buraya ayırıyoruz ve pişman olmuyoruz. Bonus olarak da soyu tükenme tehlikesinde olan panda görmek bizi ayrıca mutlu ediyor.


Ueno Park

4.Gün

Omete-Sando

Bugün hedefimiz kentin bir diğer ana merkezi Shibuya ve çevresini gezmek. Yine metro ile önce ünlü cadde Omete – Sando’ya ulaşıyoruz. Caddenin paralelinde Takeshita Dori sokağı, sadece yayalara açık ve korkunç kalabalık. Waffle’cıları ünlü bu sokakta mekanlar sıralanıyor, baştan aşağıya kat edip Omete- Sando’ya çıkıyoruz.
Omete-Sando Caddesi sağlı – sollu mağazalarla geniş bir cadde. Cadde üzerindeki Oriental Pazaar alışveriş edip hediyelik eşya almak için güzel bir yer. Mimarisi ile de diğer binalardan hemen ayrılıyor, kolayca fark ediliyor. Sonrasında Tokyo gelip suşi yemeden olmaz diyerek cadde üzerindeki bir restorana giriyoruz. Sistemleri çok hoşumuza gidiyor; şöyle ki tabak tabak suşiler döner konveyör üzerinden önünüzden geçiyor, seçip beğendiğinizi alıp yiyor ve parasını ödüyorsunuz. Maalesef bu restoran ve Tokyo bile suşiyi bize sevdiremedi…


Takeshita Dori Sokağının Girişi

Meiji Shrine – Yoyogi Park

Omote-Sande’nin bitimine tekrar yürüyerek Yoyogi Park’a geliyoruz. Öncelikle Meiji Shrine yani İmparator Meiji’ye adanmış Şinto tapınağı gezmek için yola koyuluyoruz. Tapınağa giden yol üzerinde imparator ve ailesine adanmış birçok örnek görülüyor. İmparator Meiji’nin Japonlar için anlamı büyük, çünkü onun zamanında gelenekçi yaklaşım terkedilerek modernleşmenin önü açılmış ve günümüz Japonya’sının temelleri atılmış. Aşağıdaki şiir kendisine aitmiş:
“By gaining the good and rejecting what is wrong./ It is our desire that we’ll compare favourably / With other lands abroad.”


Meiji Shrine
Tapınak ve çevresini geziyoruz. Yoyogi Park’ın doğasına hayran kalmamak elde değil. Kocaman, yılların ağaçlarıyla dolu bu parkın içinde dünyanın en büyük metropollerinden birinde olduğunuzu unutabilirsiniz.

Shibuya

Günü tamamlamak için seçtiğimiz yer Shibuya’ya geçiyoruz. Shibuya, Tokyo’nun en canlı merkezlerinden biri, belki de birincisi. Ünü alışveriş merkezlerinden, kafe, barlarından çok “dünyada aynı anda en çok yayanın karşıdan karşıya geçtiği” scramble crossing de denen yaya geçidinden alıyor. Bir yaya geçidinin bu kadar turistik olabilmesine çok şaşıracaksınız ama gerçekten lambalar sönüp de aynı anda onca insanın karşıdan karşıya geçmesi ayrı bir heyecan oluyor.
109 adıyla bilinen ve daha çok kadınlara hitap eden alışveriş merkezi modayı takip edenler için önemli bir uğrak olabilir. Çevre sokaklarda birçok kafe, bar bulunuyor. Ve tabi Japonya’da adını çok duyacağınız “aşk otelleri”. Adına bakınca masum görünmüyor olabilir, ama düşündüğünüz gibi değil tam olarak. Merakınızı gidermeniz için yine Onur Ataoğlu’nun kitabını şiddetle tavsiye ediyorum…
Shibuya’da yapılmasını en çok tavsiye ettiğim şey: Scramble crossing yaya geçidini tepeden göreceğiniz bir yere (Starbucks olabilir) oturun ve içeceklerinizi yudumlarken bu çılgınlığı seyredin 


Shibuya

5.Gün

İmparatorluk Bahçeleri

Kaldığımız otelin hemen yakınındaki İmparatorluk Bahçeleri’ni gezmek için yağmurlu havaların bitmesini beklerken 5.güne kadar geldik, ama sonunda gayet güneşli bir günde gezimize başladık.
Bahçeyi gezerken görüyoruz ki Japonlar bahçecilik & bahçıvanlık konusunda haklı bir üne sahipler, hünerlerine saygı duymak lazım.


İmparatorluk Bahçelerinden bir görüntü

Belirli bölümlerde bitki / ağaç / çiçek tanıtımlarının da yapıldığı birçok ayrı konseptli bahçeyi geziyoruz. Gezerken de görüyoruz bahçeler birçok ressam veya ressam adayına ev sahipliği yapıyor. Eline kalemini & fırçasını alan bir şeyler çiziyor  Bahçelerde birçok heykel görme şansımız da oluyor. Yarım güne yakın vaktimizi alan gezimizi Nijubahsi Köprüsü’nde bitiriyoruz. Mimarisi ve manzarası doyumsuz olan bu köprüyle fotoğraf çektirmeyi unutmayın…

Odaiba

Sırada Odaiba var. Yine metro ile ünlü Rainbow Köprüsü’nden geçerek bu yapay adaya ulaşıyoruz. Yapay olan bu adanın hammaddesi hayli ilginç: çöpler. Zamanında atıkların nereye atılacağına çözüm arayan belediye bu teknolojik çözümü bulunca bu sıra dışı ortam ortaya çıkmış. Yine kitaptan Odaiba ile ilgili kısımları okumanızı tavsiye ediyorum.


Odaiba’dan Rainbow Bridge

Ada dinlence ve eğlence üzerine kurulmuş bir merkez. Önce çakma Özgürlük Heykeli’ni ve Fuji TV’nin orijinal binasını görüyor ve alışveriş merkezlerine doğru yürüyoruz. Tavanı gökyüzü konseptli Diver City Tokyo Plaza’da geziyor ve Venus Fort’a geçiyoruz. Burada klasik otomobil sergisini geziyoruz ve bugüne kadar gördüğüm en güzel otomobil plazasında, Toyota Plaza’da vakit geçiriyoruz. Burada test sürüşü simülasyonundan tutun, son teknoloji ürünlere kadar her şeyi görmek mümkün oluyor. Tokyo deyince aklıma ilk gelen yerlerden biri kalacak Odaiba…


Toyota Plaza’da

En çok burada dikkatimi çeken genel bir gözlemimi paylaşmak istiyorum. Hani bizde deniz kıyısı mekanlar modadır, kafesinden, barından, çaycısına kadar. Odaiba bir ada olmasına rağmen deniz kıyısında keyifle bir şeyler içebilecek yer bulamadık. Hatta tuhaftır, Tokyo okyanus kıyısında olmasına rağmen neredeyse hiç denizi görmeden ayrılabilirdik. Nedeni zaman içinde yaşanan tsunamiler falan mı, gözü doymuşluk bilmiyorum ama hakikaten deniz ya da okyanus kıyısında olmaya dair bir hissiyat yoktu. Belki de biz göremedik ama kesinlikle ön plana çıkan bir şey olmadığını söyleyebilirim.

6.Gün

Tsukiji Balık Pazarı

Bu balık pazarının da Tokyo’da ziyaret edilmesi gereken yerlerden biri olduğunu duymuştuk, değişik bir deneyim olacağını düşünerek sabah erkenden pazarın yolunu tuttuk. Sabah erkenden gidilmezse görülecek pek de bir şeyin kalmayacağı tavsiyesine uyduk, yine de daha erken gelseydik diye hayıflanmadan edemedim.
Balık pazarı gerçekten çok büyük, daha önce görmediğiniz birçok balık türünü hem de kanlı canlı görme şansınız oluyor. Balıkçıların erken saatlerde tuttuğu günlük balıkların ana marketlere, restoranlara, evlere ve bilumum mekanlara satışı buradan oluyor. İlginç bir deneyim oldu ama Tokyo’da hiçbir yerde görmediğimiz kaotik ortamı da yakıştıramadık. Yanınızdan vızır vızır geçen motorsiklet ve forkliftler yüreğinizi ağzınıza getirebiliyor.


Tsukiji Balık Pazarı

Tokyo National Museum

Pazardan çıkınca yine bir müze gezmenin vaktidir deyip Ueno’daki Tokyo National Museum’a geçiyoruz. Müzede Japon heykel – resim örneklerinden, geleneksel ürünlere (kılıç, samuray kıyafetleri vb.) kadar geniş bir kültür mirası görebiliyorsunuz. Kalburüstü bir müze olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.


Müzeden bir Samuray Kılıcı

Shimbashi

Müze gezimizi bitirdikten sonra Tokyo’nun bir diğer merkezi Shimbashi’ye geçiyoruz. Burada da yemek yiyip eğlenebileceğiniz birçok mekan mevcut, akşamları oldukça da kalabalık. Yemeğimizi yedikten sonra sokakları dolaşıyoruz, sonrasında otele dönüyoruz.

7.Gün

Nikko

Japonya’ya gelmişken Tokyo dışına çıkarak civarda gezilebilecek yer olarak Nikko’yu gözümüze kestirdik. Bu seçimde rehber kitabımızda Japonların Nikko’dan “Eğer Nikko’yu görmediyseniz “muhteşem” kelimesinin anlamını tam olarak bilemezsiniz.” diye bahsettiklerini okumamız da etkili oldu. Hakları varmış…

Nikko’ya gidebilmek için Asakusa istasyonundan kalkan trene bindik ve 1-1,5 saat civarı süren bir yolculukla Nikko’ya ulaştık. Şirin ve küçük bir kasabada bulduk kendimizi. Sonrasında asıl gezeceğimiz yer olan Nikko Milli Parkı ve Tapınaklar Bölgesi’ne doğru otobüse binerek yola çıktık.

Tapınaklar bölgesi yaşlı ağaçların kapladığı bir ormanın, dolayısıyla müthiş bir doğanın içinde yer alıyor. İlk olarak karşımıza tüm ihtişamı ile 5 katlı Pagoda çıkıyor.


5 Katlı Pagoda

5 Katlı pagodayı gerimizde bırakıp bölgenin başrol oyuncusu Toshogu Tapınakları’na ulaşıyoruz. Buradaki tapınaklar Tokyo’da gördüklerimizin aksine sade sayılmaz. Üzerlerinde altın kaplamalar, ince işçilikle yapılmış türlü kabartmalar ile tapınaklar tüm ihtişamı ile karşımızda duruyor. Tapınaklardan birinin üzerinde de 3 maymun Mizaru, Kikazaru ve Iwozoru’yu (see no evil, hear no evil, say no evil mottosuyla ünlü) tasviri yer alıyor. Gerçekten işçiliğe diyecek söz yok, izlemeye doyum olmuyor.


Altın Kaplama ve Fil Kabartmaları ile süslü tapınak


Ünlü 3 Maymun Tasviri
Yukarıya tırmanmaya devam ediyoruz. Bu sefer karşımızda Rinnoji tapınağı. Yine eşsiz işleme, tasvir ve heykellerle çevrili tapınağı geziyor, Japon dini ritüellerine katılıp gözlemliyoruz. Bu alanları gezerken hem doğanın büyülü havası hem de ortamın mistik dokusu içinize işliyor, etkilenmemek mümkün değil.
Tapınaklardaki gezimizi tamamladıktan sonra yine otobüsle kasabaya doğru iniyoruz. Kasabaya gelmeden Shinkyo Köprüsü üzerinde iniyoruz. Yine muhteşem bir doğayla baş başayız…


Nikko – Shimkyo Köprüsü

Kasabada dükkanları geziyor, bir restoranda yakutori yiyoruz. Sonrasında tren saatimizi geliyor, Nikko’ya hayran kalıp muhteşem kelimesinin anlamını bularak Tokyo’ya dönüyoruz 🙂

Kısa Kısa Notlar…

Japonya’ya vize yok, evet gitmek de her zaman mümkün olmayabilir ama yine de bir avantaj.
Tokyo’nun çok pahalı bir şehir olduğunu söylerler ama ben o kadar olduğunu düşünmüyorum. Birçok Avrupa kentinin daha pahalı olduğunu söyleyebilirim, Japonya’da en azından Avrupa’daki gibi her şeye para istenmiyor. Örnek olarak su bedava, şehirde birçok yerde suyu bedava çeşmelerden içebilir, şişenize doldurabilirsiniz. Bahşiş de kesinlikle kabul etmiyorlar.
Daha önce de yazmıştım, tekrar yazayım; gerçekten çok güvenli bir yer. Bunun dışında iş güvenliğine gösterilen hassasiyeti anlatmam mümkün değil, gidip görmeniz lazım. Örnek: Metroda zaman zaman gördüğümüz inşaat alanlarını zaten çevrelemişler, girmeniz yaklaşmanız söz konusu bile değil. Ama yine de lüzum görmüşler başına görevli adam dikmişler, sizi uyarıyor buradan yürümeyin diye (bunu 1 değil çok kez gördük ve de alıştık 🙂 ).
Metro ağı da trenler de mükemmel. Her yere rahatlıkla ulaşabiliyorsunuz. Alfabe de problem olmuyor. Biz bir yerde bilet almakta zorluk yaşadık, görevli gişedeki işini bırakıp bize yardıma koştu. Yardımsever ve misafirperverliklerine o kadar çok örnek verebilirim ki kısa kısa dediğim için daha fazla yazıp kendimle çelişmeyeyim.
Metroda sabah saatlerinde son vagonun sadece kadınlara ayrıldığı örnekler gördüm. Sanırım amaç rahat rahat makyajlarını yapsınlar 🙂
Tek hayal kırıklığım; bu kadar geniş ve kendilerine has kültürleri varken her yerde görülebilen Batı özellikle de Amerikan kültürüne olan düşkünlük çok abartılı ve yozlaşmış bir görüntü veriyor. Umarım bunu da görüp değiştirirler…