İtalya – Amalfi Kıyısı – 2018
İtalya’ya üçüncü seyahatim oldu.
İlki 2003 yılında interrail ile yalnız peynir ekmek yiyerek ve gece istasyonlarda ve büyük şehirlerde kiralık oda ve hostellerde kalarak, Fransa’dan sonra Vintimiglia, Venedik, Floransa, Pisa, Roma ve Bari üzerinden feribotla Yunanistan. Tabi bir de sırf trende uyumak için gittiğimiz adını hatırlamadığım, bulunduğumuz noktaya en uzak şehirler.
Diğeri eşimle, yine interrail bileti ile ama bu sefer düzgün bir konaklama ile Milano’da kalıp günübirlik Floransa, Venedik, Roma. Bu geziden hiç unutamadığım Milano Mezarlığı hakkında da bir yazım şurada; http://e-yazi.com/?p=2
İtalya bir daha gelmeye değmez diyordum, ta ki bu siteye bir kullanıcı Napoli- Salerno – Amalfi Sahili yazısını yazana kadar -> http://e-yazi.com/?p=25
Bu yazı birçok turizm dergisinde de yayımlandı bu arada…
Bu yazıdan sonra dedim, gitmek lazım !
Geç kaldım belki ama belirteyim bu yazıda şuralardan bahsedeceğim; Amalfi, Positano, Capri, Ravello, Maiori, Minori, Salerno, Napoli, Pompei.
2017 Ekim – Kasım gibi Türkiye’de geçen senelerde gittiğimiz otel fiyatlarına bakınca fiyatlar canımı sıktı. Booking’de biraz gezineyim dedim, Yunatistan, İtalya derken fiyatların buradan çok da farklı olmadığını görüp, arkadaş grubunun oylamasına Amalfi kıyılarını sundum, Temmuz başı için kabul edildi. Bu gezi ve yazının oluşması da ekipteki fahri rehberimizin büyük emeğiyle oldu belirteyim.
Baharda uçak bileti ve AirBnb’den ev kiralama işini yaptık. Tamam da AirBnb’den nereyi ayarladık?
Burada biraz gereksiz bilgiye gireyim. Müttefikler, 2. Dünya Savaşı’nda, Almanya’nın ortağı İtalya’yı saf dışı bırakabilmek için güneyden bir çıkarma planı yaparlar. Çıkarma yapabilmek için en uygun ve tabiri caizse düz ayak yer Salerno Sahili olarak belirlerler. Bu durum, müttefikler kadar, çocuklu aileler için de düzayak oldupu için çok şey ifade ediyor.
Biraz da coğrafya… Türkiye-Yunanistan arası Ege Denizi, İtalya-Yunanistan arası Adriyatik Denizi, İtalya’nın batı tarafı Tiran Denizi. Napoli, Sorrento, Amalfi Kıyısı, Salerno ve hatta Sicilya Adası Tiran Denizi’ne bakıyor. Kişisel görüşüm, batıya gittikçe denizdeki berrak turkuaz görüntü azalıyor, doğa hediyesini bir tek bizim buralara dağıtmış gibi.
Napoli ve Sorrento gezmek istediğimiz noktaların kuzey ve uzak kıyısında kalıyordu. Amalfi ve Positano gibi kıyı yerleşimler de günlerce konaklama için çok uygun değildi. Market, diğer yerlere ulaşım, çocuk arabası ile sürekli yokuş in, çık, akşam da yiyecek birşeyler bul vs vs vs. Ayrıca Amalfi ve Positano’da yer ayırmak için geç kaldığımız (bakmaya başlayıp yer ayarlayana kadar iki hafta geçti, neredeyse ilk baktığımızdan iki kat fiyatlı yerler kaldı sadece) için nispeten pahalıydı. Ayrıca tren ile ulaşım da kıyı yerleşimlerde imkasız tabi.
Sonuç, Salerno’da kaldık. Çok da iyi bir tercih oldu. Kaldığımız evden Amalfi Kıyısı’na giden feribotların iskelesi 15 dakika, Capri’ye giden limana 45 dk yürüme uzaklığında. Salerno genel olarak düz bir şehir ve merkezde önemli yerler yürüme mesafesinde. Tren istasyonu var ve kaldığımız eve yürüyerek 10 dakikaydı. Napoli, Pompei’ye ve hatta Roma’ya ulaşmak için tren çok işimize yaradı.
Kaldığımız evden altta birkaç fotoğraf.
2003’de Roma’da interrail yaparken kaldığım evin odasından hatırladığım, alttakine benzer bir avluydu. İtalya’da parseller yani binanın oturduğu alan bu şekilde kare, genelde genişçe bir bina ve ortasında bunun gibi bir avlu var. Kaldığımız binada da avlu alttaki gibiydi.
Binanın içi ve dışı ilk görüşte etrafındakilere göre çok bakımsız görünse de evin içi gayet bakımlıydı.
Salonda, yakın yerler ile ilgili bir sürü kitap ve broşür vardı. Bazıları İtalyanca olsa da düşünmesi yeter.
Ev 2+1, bir oda dublex, diğer oda banyolu ve salonda kanepede iki kişi yatabilecek bir evdi. 1600 Euro civarı bir maliyeti oldu. O zamanlar Euro 4.9 TL imiş peheeey.
Gidişimiz, İstanbul aktarmalı Ankara-Roma uçağıydı. Sonra Roma’dan trenle Salerno. Tren biletini yine baharda aldım ve Roma’dayken daha erken bir biletle değiştirmeye çalışınca fiyatların 5 kat arttığını görüp vazgeçtik. Trenitalia web sitesinden erken bilet alıp interrailden bile uygun fiyatlı tüm İtalya gezebilirsiniz bu arada.
Aslında Roma’dan araba kiralamayı düşünmüştük ama her yerde aman araba kullanmayın, yollar çok virajlı, kent merkezlerinde iki araba yan yana geçemiyor yazmışlar, araba park yeri bulmak imkansız yazmışlar vazgeçtik. Kiralasak ne olurdu bilemiyorum.
Haliyle geç bir saatte vardık eve. Akşam bir pizzacıdan booool hamur ve domates, mozarella peynirli bir pizza aldık. Ne olduğunu bilip, ismini ilk kez öğrendiğim Caprese ile tanışmam burada oldu. Coğrafi olarak bu kıyıya özgü, manda sütünden üretilen dünyaca ünlü mozarella peyniri ile -nedendir bilmiyorum aşırı lezzetli domates- ve yine İtalyan zeytinyağı ve fesleğen ile yapılan salataya Caprese diyorlar. Pizza malzemeleri bu olunca capreseli pizza oluyor. Dünyanın bilimum noktası ve memleketimizde pizza üzerine eklendiği iddia edilen mozarella ise çakma kaşar peyniri, bol margarinli eritme peyniri. Niye bu kadar uzattım? Bu gezide nereye gitsem hangi restorana girsem genç yaşlı illa birilerinin masasında bundan vardı. Birçoğuna göre tatsız tuzsuz bir peynir ama ben çok çok çok sevdim.
Sabah erkenden bir Carrefour Express bulup alışveriş ve kahvaltıdan sonra, ev sahibemizin anlattığı şekilde feribot iskelesine gittik. İlk durak Amalfi. Feribot iskelesinden nakit ve kredi kartıyla bilet alınıyor. Bilete feribota binerken bakıyolar. Saatlere uyduklarını hiç görmedim ne kalkış ne varış. Bir kere sırf biz 10 dakika beklettik, bilet alıyorduk, bolca da sıra vardı.
Bambino çocuk demek 4-5 yaş için bilet ücreti indirimli alıyorlar, 1.5 yaş için almıyorlar.
Salerno – Amalfi 35 dakika dense de 40 – 45 dakika sürüyor. Yol boyu kıyıda ufak yerleşimler ya da tekil yapılar var. İtalya dünyanın en büyük şarap ithalatçısı. Zeytin konusunda İspanya’dan sonra ikinci. 3 Yunanistan, 4 biziz bu arada. Bunu niye anlattım? Yol boyu turizm dışında, bağcılık, zeytin üretimi ve Positano’da bolca emvai çeşit ürünü gözünüze sokulan bizim de Ege’de yetişen, kabuğu kalın ve tatlı kocaman limon üretimi var.
Amalfi girişi bir keşmekeş çünkü buradan yakın her yere feribot, özel bot var. Ayrıca otobüs ve grup taksilere de limandan ulaşılabiliyor, haliyle bir kalabalık var. Hemen sağda denize girebiliyorsunuz. Şemsiye ve şezlong işletmelere ait, ücret ödemeniz gerekiyor, halk plajı da var tabi. Bu konuyu ilerde detaylandırırım, okumaya devam.
Upuzun kıyı boyu neden sadece Amalfi isminde? Bu bölge Ms. 700’lerde, Mısır, Suriye ve Bizansla ticaret yaparak zenginleşmiş. O zamanlar Dükalıkmış. Merkez de Amalfi Katedrali’nin olduğu bu yerleşim. Şimdi tüm bu bölge Campania, Amalfi ve Positano Salerno İl’ine bağlı, Sorrento dahil batısı ise Napoli İl’ine bağlı.
Hemen karşıda katedral görünüyor. Katedrale çıkmadan üstteki fotoğrafta hemen sağda cafeden bir dondurma alın derim. Mekan çalışanları genelde müşteri çevirip oturtma ile meşgulken bir ara size de dondurma verirse çok çok çok lezzetli.
Katedrale çıkarken ve katedralden aşağıda meydanın bir görünüm.
Katedralin sağından yukarıda Kağıt Müzesi’ne doğru yürümeye başladık. Bol yükseltili bir yer olunca yukarılardan sular akıyor. Yolda kanalizasyon giderlerini dinleyin dere akar gibi gürül gürül sesler geliyor. Müzede kağıt yapımı için kullanılan bir su değirmeni ve bilimum kağıt ürünleri var(mış), girmedik.
Kan ter içinde ayağınıza ve vitrinlere bakmaktan aklınza gelirse, yukarı doğru bakarsanız birden yükselen yukarıdaki tepelerin görüntüsü muhteşem.
Bu kıyının merkezi ve hatta isim babası olmasına rağmen en turistik yer burası değil. Turistikten kastım, afilli özel tasarım dükkanlar, önünde sıra olmuş insanların olduğu küçük restoranlar, aşırı kalabalık daracık sokaklar. Bu bahsettiklerim Positano ve Capri’de. Bir miktar da Ravello’da diyim hadi.
Yol boyu alttaki gibi biblolarda oluşan bir çeşme ve alttaki binanın önünde bir atraksiyon vardı, çekeyim dedim.
Amalfi her gideceğimiz yerden önce uğrayacağımız yer oldu. Buradan sonra hem yemek yiyelim hem denize girelim diye Minori’ye gittik. Yalnışlıkla Maiori bileti almışız. İlerideki günlerde de yine yanlışlıkla Maiori bileti alıp, Minori’de indik. Ödeşmiş olduk 🙂
Tüm Amalfi kıyısında bir sorun var. O kadar çok tekne, yat, feribot var ki deniz leş gibi. Altta turuncu şerit de bu pislik, yüzülen yerlere ulaşmasın diye. Ulaşsa da buradakiler çok rahatsız olmuyor, gördüğüm kadarıyla. Zamanında Fethiye’de Belcekız koyuna gezi tekneleri yanaşmaya başlayınca, böyle bir kirliliği görüp tatilimizi yakıp denize girmedik, bir daha da gitmedik.
Burası nispeten küçük bir yerleşim. Miori ve Minori benim gördüğüm yerli turistlerin uğradığı bir yer. Hele son günlerde gittiğimiz Maiori tam haftasonu tatilcileri yeri.
Fotoğrafta altta çok görünmese de turuncu şeritin teknelere yakın tarafı pislik içinde. Ama şerit gayet işe yarıyor, diğer taraf yüzülebilir ki yüzdük de. Tatil boyu en kötü yemek burada bir işletmede yedik heralde. Hamburger diye sadece köftesi geldi o da hazır köfte, makarna sadece doymak için hamur. Ama şezlong ve şemsiyeyi uygun fiyata verdi sağolsunlar, fazladan 5 euro vermiştik galiba.
Burada meydanda adını hatırlamadığım muhteşem bir limonlu tatlı var, yemeden gitmeyin. Şefin fotoğraflarını meydanda görmeden geçemezsiniz zaten.
Üstte Minori’den bir sokak. Altta ikinci güne başlıyoruz, Positano.
Positano’ya girmeden yine sağda yüzülebilir alan var. İskeleye yakın bölüm halk plajı sonrası ücretli. Genel olarak İtalya’da bu kıyı işi Türkiye gibi. Halk plajı var, yok değil ama ne düzgün duş var ne kıyafet değiştirme yeri. Şezlong ve şemsiye için para ödemeniz gerekiyor. Merkez hem kirlidir hem yakın plajlara göre pahalı olabilir diye merkezde denize girmedik.
Positano bolca dar sokak, bolca limon temalı dükkan ve ürün mekanı. Konaklama anlamında Amalfi’nin rakibi diyebilirim. Kesinlikle Amalfi’den çok daha büyük ve kalabalık. İtalya’ya geldiğimden beri ilk kez Amerika’lı turist yoğunluğunu burada görmeye başladım. Capri ve Ravello’da da bolca var. Amerika’lı turist çekebilmek turizm geliri için önemli ve adamlar tabi ki bu konuda bir marka. Natonal Geographic programları, Hollywood mafya filmleri, diziler derken bütün dünyaya kendilerinden bahsettiriyorlar.
Amalfi’de olduğu gibi bolca yukarı çıktık. Yürüdükçe dar sokaklar, nispeten daha rahat sokaklar ve ufak meydanlar olarak değişiyor.
Bir İtalya klasiği, iyi tasarlanmış vitrin ve ürünler. “Hanımefendi içerde ürünlerimiz var, bakar mısınız?” diyecek bir kekoya ihtiyaç bırakmıyor.
Üstteki fotoğrafı baharda yakalamak lazım. Gölge yapan sadece dallar ve yapraklar değil, mor pembe çiçekler oluyor.
Yukarıda Franko’s Bar ulaşmak için tırmandık. Kapalıydı, İngilizce çağrıştırdığı kadarıyla akşam açılacağa benzer bir şeyler yazıyordu önünde. Biz de biraz soluklanmak için yanındaki l’Ancora Hotel barına oturduk. İlk ve son limonçello deneyimi burada oldu. Aşırı tatlı, limon aromalı (sitrik asidi bol limon suyu nasl fermante olur bilemedim zaten tabi ki aromalı yapacaklar), shot içilebilen votkayı andıran – amma uzattım – içki.
Görüntü çok güzeldi, yemekten devam ettik. Vedat Milor’un, Ekşisözlük sorularını cevapladığı bir programı vardı, manzaralı restoranlar hakkında pek de tatlı konuşmadığı. Lezzete laf yok ama bir overrated durumu yok değildi.
Menü fotoğrafı çekmeyi unuttum, yemekler ve fiyatlar hatılamasam da 7 kişilik ana yemek, şarap içkiler 200 Euro civarı tuttu.
Aynı restorandan kafayı çevirdikçe gelen görüntüler…
Denize girmek için Positano batısında plaja, alttaki manzaralı bir rotadan yürüyerek ulaşılabilir. Duş ve üst değiştirme gibi sorunlarınız yoksa halk plajı çok güzel görünüyor.
Kişi başı 12,5 euro’ya şezlong kiralayabiliyorsunuz. Ve her kişi için kiralamak zorunda olduğumuzu söylediler. Plajda biraz daha yürüyerek ve pazarlıkla sanırım 40 euro’ya 4 şezlong aldık. İşin güzel tarafı, feribot iskelesine yürümek gerekmiyor, akşam ufak bir botla sizi iskeleye taşıyorlar.
Positano’dan bir görüntü daha üstte. Sonraki istasyon yani bir sonraki gün, Capri Adası.
Salerno’dan otobüs ile Capri feribotunun kalktığı büyük limana gidelim dedik. Otobüs gelmedi. Koşarak Amalfi’ye giden feribota yetişmeye çalıştık ve nerdeyse 10 dakika beklettik. Capri’ye, Amalfi’den gittik.
Gider gitmez, aynı fiyata daha hızlı – 1.5 saatte Salerno’ya giden feribota bilet aldık. Ama hızlı gitmedi, neredeyse 2.5 saatte geri döndük.
Capri’ye iner inmez bot turcular sizi karşılıyor. Bot turu için bir kaç farklı rota var. Şu ünlü mavi mağaraya girebilmek için botlar 2-3 saat kıyıda beklediğini duyunca biraz soğuduk. Bu mağaraya syılı kişi yalnız 3-4 kişilik sallarla girebiliyor. Girerken eğiliyorsunuz, salcı sizi bir iple çekerek içeri götürüyor. Youtube’da bolca videosu var. Bir de tüm adanın etrafını bir saat dolaşan bir tur vardı, gün sonunda bakarız diyip, yukarı çıkmak için finüküler sırasına girdik.
Capri Adası’nda birkaç yerleşim var, bunların büyük ikisi; Büyük Liman ile Capri ve Anacapri. Fünüküler sizi Capri merkeze çıkarıyor. Yolculuk biraz stresli, çok sıra var ve hemen boş bir kompartman bulmanız gerekiyor. Altta balık istifi kompartmanımız.
Altta deniz seviyesinden, bulutlara ulaştığımız, bir sanat galerisi önünden fotoğraf. Siz bu fotoğrafa 4 mevsim diyebilirisiniz.
İstemsiz bir şekilde Capri içine değil önce Anacapri’ye doğru yürüdük. Altta fotoğraflar bu yol üzerinden.
Burada yürürken birşey farkettim. Kebapçı yok, Çin Restoranı yok, Hintli birinin dükkanı yok. Abd ya da diğer gelişmiş Avrupa ülkeleri gibi göçmen sayısı fazla olmasa da, var sonuçta. Ama göz önünde olmalarını istemiyorlar gibi bir hal var sanki. Wikipedia’den bir tanım alayım, radikal milliyetçiliğe bir göz kırpmış olalım. “Faşizm, ilk olarak İtalya’da Benito Mussolini tarafından oluşturulan, otoriter devlet üzerine kurulu bir radikal milliyetçi siyasi ideolojidir”. Fazla lafa gerek yok sanırım.
İtalya’da Haute Coture denen yani özel üretim, fabrikasyon olmayan çok marka ve dükkan var. İtalya kuzeyinde sayıca fazla, ama Capri de aşağı kalır değil. Burada sezonluk ürünlere uygun olsun diye tüm iç mimari ve dekorasyon değiştirilmiş mağaza bile gördüm. Dolce & Gabbana idi sanırım. Bir gömlek 5000 euroydu, koşarak uzaklaştım.
Gardini Di Augusto, sanırım Augustus Bahçesi’ne yürüdük. Burada muhteşem selfilik fotoğraflar çekilir. Ada’nın en yüksek noktalarından biri. Yunan ve Roma Dönemi’nde Ada’nın önemiyle ilgili yazılar arasında, Capri Güneşi yani Capri Sun sözünün zamanında bolca kullanıldığı okudum. Şu bildiğimiz meyve suyu markası da buradan esinlenilmiş heralde.
Yukarıdan merkeze birçok noktadan yaya iniş de var.
Bu noktanın etrafında biraya 10 euro vereceğiniz birsürü güzel manzaralı restoran var. Capri Rooftop da onlardan biriydi. Bişeyler içip çıktık. Şehir içinde deniz ürünleri servisi olan küçük bir restorana gittik. Pescheria Le Botteghe, küçük aile işletmesi. Bana baba oğul işletiyor gibi geldi. Önce pek hoş karşılanmadık, çocuklarla kalabalık girince. Ama açlığımıza geldi, bolca yiyince sona doğru pek bi sevildik.
Kalamar her yerde alttaki şekilde, kolları ile beraber geliyor. Ahtapot ve kalamar o kadar taze ve lezzetliydi ki, bir daha bir daha istedik.
7 kişi olmamıza rağmen , 10 kişilk yedik heralde, alttaki fiş geldi. Bu arada hesap isterken “konto” demeniz gerekiyor.
Geri limana dönüp, halk plajında -ki Capri’de çok büyük bir alandı- denize girdik. Duş için de ufak bir çeşmemsi vardı, en azından kızımı yıkayabildim. En temiz denizlerden biri buradaydı. Ama en fazla tekne de yine buradaydı. Sonlara doğru bir ufak kirlenmeye başladı, çıktık.
Sonra 17:00 küsür gibi Salerno’ya express feribotla geri dönüş.
Diğer gün Ravello’ya gittik. Amalfi’nin kuzeyinde yüksekçe bir yerleşim. Amalfi’den normal otobüs ve Sightseeing otobüsleri ile ulaşım var. Wagner, (Alman klasik müzik üstadı, Hitler’in de büyük sevgisiyle Nazi döneminde bolca sevilen sanatçı) son operası Parsifal’in önemli bir kısmının Ravello bahçelerinden esinlenmiş. Ravello müzik festivali de onun onuruna düzenleniyormuş. Zamanı denk getirip, Tiran Denizi manzaralı bir konser izlemek lazım. Google’da arattırınca görseller şahane.
Biz zamanı daha uygundu, Sightseeing ile yukarı çıktık. Kişi başı 10 euroydu sanırım. Yolun bir kısmı tek şerit olduğu için, yukarıdan ve aşağıdan gelenleri bir kırmızı ışık 10 – 15 dakika bekletiyor. Ufak bir trafik oluşuyor.
Yol boyu manzara alttta ve üstte. Şoför yukarı çıkarken solda oturmamızı tavsiye etti bu arada, daha iyi bir manzarası var diye.
Ravello ortada bir meydan ve buna bağlanan dar sokaklar üzerine kurulu. Altta yine güzel tasarım vitrinler, butik zeytinyağı ve şarap dükkanları…
Altta San Giovanni del Toro kilisesi. Buraya kadarki yürüyüş yolu ve buradan sonraki girişi 7 euro olan bahçelerin manzarası muhteşem. Bahçe de iyidir heralde, girmedik.
!.5 saat gezip, bütün gezinin belki en lezzetli yemeği yediğimiz mekana gittik. Arakadaşlar bir gün önceden arayıp rezervasyon yaptırdıysa da mekan çok kalabalık değildi. Zamanında gidip, daha acıkmadık bir saate gelelim dedik, tamam dediler.
Trattoria Cumpa Cosimo, yine bir aile işletmesi sanırım. Nemrut bir teyze vardı hiç unutamayacağımız. Süt ürünü alerjisi olanlar var aramızda, hangi ürünün alerjik olduğunu sorarken birden “eee amma sordunuz nerelisiniz?” gibi bir patlama yaşadı abla. Sonra çıkarken herşey iyi miydi, biraz daha şeftali verem mi dedi? Heralde genel mizacı böyle dedik.
Şarap için bir özel isteğimiz olmadı, sadece şarap dedik, karafta geldi. Yine bu gezinin en iyi şarabıydı diyebilirim. Bir de gereksiz bir bilgi, bir yerde içtiğim şarap markasına başka bir yerde bir daha rastlamadım. Dedim ya dünyanın en büyük şarap ithalatçılarılar ama bir yandan da yerel butik üretime önem veriyolar ki her yerde farklı özel bir marka var.
Altta caprese, bu sefer peynir dilimlenmedem geldi. Merak edenler için bu peynirin nasıl yapıldığı şurada; https://www.youtube.com/watch?v=pU_VoyWfLfY
Bir fırın göremediğim için ekibe kesin pizza yok dedim, sorduk pizza menüsü getirdiler, varmış.
Mekan böyle pek bir aile ortamı.
İtalya’da ızgara kırmızı et kültürü de var. Özellikle Floransa’da içi kırmızı az pişmiş tagliata, yine bir çok yerde rib-eye steak menülerde var. Burada hayvanın neresi olduğu yazmasa da altta tabakta sadece yarısı duran nasıl pişeceğini sormadan getirdikleri kocaman bir steak geldi. İçi kırmızı kanlı, yumuşacık, üstünde sarımsak ve fesleğen sos ile.
Altta her gittiğimiz yerde çocukların favorisi olan kızarmış deniz ürünleri.
Hesap getirmediler, nakit verdik, bozamayız dediler kasada kartla ödedik, 130 euro tuttu. Fiyat performans en başarılı yer burasıydı bence.
Dönüşte Amalfi’nin hemen doğusunda Atrani’de denize girmek istedik, burada indirmelerini istedik, olmaz dediler. Amalfi merkezde plaj 18:00’de işletmeler kapanacağı için, şezlong almadık, işletmenin olmayan bir üst değiştirme yeri de yoktu. Ama ben kızımla bir yarım saat serinleyip çıktık. Duş vardı en azından. Amalfi merkezde de denize girmiş olduk. En çok tekne trafiği burada olmasına rağmen deniz çok temizdi bu arada.
Kaldığımız evin akşam avlusundan görüntü üstte.
Akşam Salerno’da dışarı çıktık. Limandan feribot iskelesi boyunca ana cadde üstünde ve yayalaştırılmış yolda bir sürü mekan var. Her yer ergen dolu, genelde emeklilerin kaldığı bir yermiş, yaz tatilinde dedelerinin eve gelmişler heralde.
Salerno merkezde orta çağdan kalma sokaklar, bunların kesişimlerinde güzel mekanlar var. Bir tane meydanımsı yerde oturduk.
Portanova Ristorante, yemekler şöyle böyle, ama meydana bakıyor. Montepulciano şarabı istedik. Montepulciano, İtalya’da bir kasaba, bir de kırmızı üzüm çeşidi ve dolayısıyla şarap ismi. Şarap çok da güzel değildi bir de Fransız Merlot istedik, o da farklı değildi. Hesap da şöyle. Antpasti atıştırmalık bu arada. Lazanya ve ahtapot istemiştik galiba.
Bir gün sonrası için bol bol dinlenmek gerekiyordu çünkü sırada Napoli ve Pompei var. Pek dinlendiğimiz söylenemez. Salerno – Napoli – Pompei – Salerno aralarda tren kullandık. Tüm gün toplam 16 km yürümüş olduk bu arada.
Salerno’dan trenle gittik Napoli’ye. Biletler internetten, istasyonda kiosktan ya da sıraya girip alınıyor, hepsi aynı fiyat.
Napoli hakkında gelmeden önce herkesin fikri vardı ama herkesin. Yok burası tam Türkiye’ye benziyor. Yok çok hırsız var, çok güvensiz bir yer. Güvensiz falan değil, sanki ayak bastığın an cüzdanın yok olacak, bıçaklanacaksın gibi bir fikir üretiyorlar. Çekincen varsa tek başına en ücra ara sokağa girmeyiver. Çantanı sürekli kontrol et, yanında çok para taşıma. Şükür, çok laf eden oldu ama bir tane bile olumsuzluk görmedik. Her yerde, hele bazı noktalarda ağır silahlı polisler vardı.
“Yayalara yol vermezler dikkat!” demişlerdi. Evet yayalara çok da yol vermiyorlar ama adımını sokağa at da bir gör bakalım. Gayet duruyorlar, yol istemesini bilmek lazım. İstasyon’dan kaleye oradan Chiaia Caddesi’ne kadar git gel 5 km bebek arabasıyla yürüdük, bir tane bile engel çıkmadı, kaldırımlar ve engelli rampaları jilet. Ne alaka Türkiye falan?
Napoli’de ara sokaklar üstte.
Kale altta ve üstte. Kaleyi gezmek 7 euroydu sanırım, tabi ki buraya da girmedik.
Napoli’de büyük hayal kırıklığım müzeye gidememek oldu. Bir günde Napoli ve Pompei bitirebilmek için ya oturup yemek yememek lazım ya Napoli’de çok gezmeden direk müzeye yönelmek lazım. Biz öyle yapmadık, müze istasyona nispeten uzaktı. Gitmesem de internette okuduklarım ve Pompei’de verilen bilgilere bakarsak, Pompei’ye gitmeden müzede tüm kalıntıları görebilirmişsiniz. Afilli villalardan çıkarılan mozaikler, taşlaşmış insanlar vs..
Neyse Napoli’ye geri döneyim. Milano’dakinin aynısı ve hatta çakması olduğu söylenen üstü cam galeri altta. Burada işte bolca polis turluyordu. Ateş olmayan yerden duman çıkmaz tabi ama gayet güvenli geldi gözümüze.
Galeri çıkışı bir bina ve üstte heykel, altta.
Altta Napoli meydanı. Bir çok kartpostalda bu görüntü var. Çıktı alıp, altına Sivas yazıp, evinize asabilirsiniz.
Bu fotoğrafı çekerken arkada valiliğimsi yapılar vardı. Önünde de ağır silahlı polisler ve bizdeki akrep denen zırhlı araçlardan, onların fotoğrafı çekemedim tabi.
Altta fotoğrafta, karşıdaki bina büyüklüğündeki tur gemisini çektim. Buradaki ekonomiyi anlamak için bir şeyler ifade eder belki. En kötü turizm var yani. İtalya özellikle turizm, otomotiv ve moda tasarımı konusunda çok başarılı. Markalaşma konusunda üstlerine yok. Her yerde bayraklarını simgeleleyen yeşil beyaz kırmızı renkler var. Avrupa Bölgesi’nin üçüncü büyük ihracatçısı, dünyada G8 ülkeleri arasında. Ancak bir çok firma kuzeyde. Burada ciddi anlamda kuzey – güney gelir dağılımı eşitsizliği var. Napoli’nin Türkiye’ye benzetilme sebebi belki bundan. Burası nispeten fakir, daha doğulu gibi, daha kuralsız.
Pizza’nın ana vatanı Napoli. Burada da bol puanlı, bol yorumlu, Julia Roberts’ın “Ye, Sev, Dua Et” filminde gittiği L’Antica Pizzeria da Michele gidelim dedik. Önünde baya sıra vardı. İçerden ödeme yapıp dışarda bekliyolardı sanırım. Bu kadar yürüme sonrası ne bekleyecez dedik, karşısında başka bir pizzacıya oturduk. O da kötü puan almamıştı bir sürü siteden bu arada.
D’Angeli Ristorante’ye oturduk. Karşıdaki Michelle’den sekenler buraya geliyo heralde, iyi yere açmış dükkanı. Yanımız üç beş Amerikalı oturdu, görüp görebileceğin en iyi pizzayı burda yerim gibi bir şeyler konuştular.
Yine şahsi görüşüm, İtalya’daki en iyi pizza buydu heralde. Yıllar yıllar önce Milano’da yaşayan arkadaşım da bir sürü yere götürmüştü bizi, ama burası ayrı gerçekten. Hamurun mayası muhteşemdi, benim bildiğim her afilli pizacının kendine özgü mayaları var.
Fiyatlar da çok uygundu. Menü biraz dandirikten, mahalle arası dürümcü stayla ama olsun.
Altta benim 4 peynirli, bir 30 cm vardı heralde. Kahvaltı da yapmamıştık, o yorgunlukla dakikasında bitti vallahi. Üstüne de Nastro Azzurro, buranın lager birası, açık sarı içimi yumuşak, pilsner (bizdeki Efes bira) gibi aromatik (spicy) değil.
Cezamız da alttaki gibi.
Oradan yine istasyona yürüyüp, Pompei’ye bilet aldık. Pompei’ye giden trenler şehirlerarası trenlerin kalktığı yerden kalkmıyormuş, zamanında yetişelim diye fena koşturduk. Meğer bu bilet saatli bilet değil, günlük kullanımmış ve yetişmek istediğimiz tren yarım saat gecikmeliymiş. Bu tren konusu da bir garip, Fransa ve batısındaki ülkelerde bilet 13:47 yazıyorsa tam 47 geçe varıyor tren. Burada da tren saatleri o şekilde küsüratlı ama bir kere tutturduklarını görmedim. Roma – Salerno arası da, Pompei – Salerno arası da hiç zamanında gitmedi.
Altta bölgesel tren istasyonu.
Pompei girişi taze sıkma meyve suyu, portakal nar, havuç atom vs içecek var. 5 euro ama girişten çıkışa kadar en az 1 saat geçeceğini düşünürseniz bir şekilde enerji almak lazım. Girişte tuvalette de o işi halletmek lazım.
Şimdi düşünmeye başladım da bu yazı çok uzun oldu. Aslında sırf Pompei’ye bir yazı bile ayrılır. Burayı gezdikten sonra haftalarca Pompei hakkında yazı, video ne varsa bakındım. Yıllar önce National Geographic’in Vezüv belgeselini izleyince de aylarca etkisinden kurtulamamıştım.
Bir kısa giriş yapayım. Milattan sonra 80 yılı civarı, Vezüv Dağı patlıyor. Önce bir deprem oluyor, deniz fokurduyor. Tahmini 15.000 olan nüfusun 2000’i ölüyor. O günü anlatan süper bir animasyon şurada; https://www.youtube.com/watch?v=dY_3ggKg0Bc . 1748 yılında kalıntılar bulunana kadar burası küller altında kalmış. Lav değil küller öldürmüş insanları ve deprem ve yangınlar.
Pompei hakkında okudukça ve birşeyler izledikçe yeni yeni fikirler oluşuyor. Kimi buranın Lut Felaketi’nin olduğu yer olduğu iddiasında. İddiaya göre nüfusa oranla en çok genelev ve kayıtlı fahişenin olduğu ve hatta dünyada ilk genelev için ayrılmış ayrı bir yapının olduğu yerin Pompei olduğu düşünülüyor. Lunapar diyorlar bu yapıya. Tabi bir de şu var, Roma kentinde aynı dönemde ne vardı bilmek zor, çünkü orası yaşayan ve sonrasında hristanlığın ve orta çağ dogmalarının geldiği bir şehir. Burası ise olduğu gibi küller altında korundu.
Genelevde işlenen günaha gelene kadar neler vardı neler? Kölelik bence başlı başına namussuzluk mesela, hiçbir dinin yasaklamaması da ayrı bir konu! O dönem kölelik kabul edilmiş bir kurum, çoluk çocuk yetişkin köle tamamen efendisinin malıdır. Efendi, kölenin emeğinden, etinden, sütünden ve yaş ile cinsiyet farketmeden cinsel her şekilde faydalanabir. Bununla ilgili ilginç bir yazı şurada; http://www.dailymail.co.uk/news/article-2083295/Explicit-coin-Thames-X-rated-story-Roman-sex-slaves-Britain.html
Antik kente giriş 15 euro. 5 ve 2 yaşında çocuklara ücret almadılar.
Girişte iki farklı boyda nispeten küçük tiyatro var. Bunları sola alıp biraz yürüyünce solda ana cadde var. Ana cadde başka bir ana cadde ile kesişiyor. Sağa büyük tiyatroya gidiyor, solda kent meydanına ve tapınaklara gidiyor. Pompei içinde arkelojik alanda hiç betimleyici yazı yok. Girişte aldığımız küçük haritada da, yapıların ne olduğu ya yazmıyordu ya İtalyancaydı. Gelmeden iyi bir rehber kitap bulmakta fayda var. O zamanki görünüm ve şimdiki görünüm gibi illistrasyonları olan kaynakları öneririm. Kaldığımız evde vardı bir tane.
Altta ana cadde. Kaldırım daha yukarda. Antik dönem tuvalet alışkanlığı ile izlediğim bir belgeselde, buradan örnek vermişlerdi. Ana caddeden su akarmış. Yol ortasındaki büyük taşlar insanlar ıslanmadan karşıya geçsin diye. Yalnız bu suyun, idrar, dışkı, evsel atık gibi ifrazatları da barındırdığını düşünüyorlar. Pek hoş kokmuyordu galiba cadde. Bütün şehir de evlerde ve restoranlarda yakılan odun ateşi kokuyordu deniyor. Yani burası isti, dumandı zamanında.
Bizans ve Roma’nın sonlarını her ne kadar biz getirsek de, bize çok şey kattılar. Tüm demiryolları ağımızı belirleyen ticaret yolları, Ayasofya Mimarisi’nin bizim camilere kaynak olmasu, artık bizim ismimizle anılan hamamlar, vs. Burada bolca hamam var ve bizim şu an kullandıklarımızdan farklı değil. Girişte buhar odası, ana yıkanma alanı, sıcak ve çıkışta rahatlamak için soğuk havuzlar. Hamamlarda tabi fuhuş da bol olduğu iddia ediliyor. Dönem dönem, şehir şehir, kadın erkek ayrı ya da birlikte olabiliyor deniliyor. (Youtube’da bir sürü belgesel izledim orda diyordu, kaynak veremeyeceğim üzgünüm, sonuçta akademik yazı yazmıyoruz).
Üstte hamamın tabanı ve altta tavanı. İşçilik için çok zaman ve para harcamışlar belli. İlk taşlaşmış bedeni burada gördük. Çocuklara sadece heykel diyip geçtik. Tabi bizdeki heykel mantığı Denizli’de horoz, Aksaray’da malaklı köpeği, Kızılcahamam’da bazlama olunca, çocuklarda sanatta soyutlama ya da insan figürü betimleme kafalarında oluşmuyor. Bir de heykel nedir, heykeltraş ne yapar onu anlatarak geçti Pompei gezisi.
Alttaki meydandaki heykel çok etkileyiciydi. Volkan patlaması olduğu dönemden kalma sanmıştım ama Polonyalı sanatçı Igor Mitoraj’ın, 30 heykelinin Pompei’ye yerleştirildiği bir sergiden kalmaymış. Altta ve onun altındaki iki heykel de çok güzel yerleştirilmiş ve sanırım bunlar antik kente hibe edilmiş. Alttaki heykel meydanın tam ortasında ve Vezüv’e bakıyor, onun da altındaki Venüs tapınağında, kent girişinde.
İki üstteki heykel ve meydan işte buraya bakıyor, alltaki fotoğraf. Patlamış ve krateri bir yay gibi duran Vezüv Dağı. Açıkçası girişteki rehberler ve antik kentteki yönlendirmeler çok eksik. Burası gezilecek bir yerden ziyade hala arkelojik kazı devam eden bir yer gibi. Tamam zaten öyle de daha çok tanıtıcı materyal olsan çok da iyi süper olur. Bir de Salı günleri arkeloglarla ön tanımlı bir saatte konuşabiliyorsunuz son kazı durumunu.
Bu meydanda Türk bir tur grubuna denk geldik. Tüm tatilde bir kez feribotta bir doktor, bir de bu grup dışında Türkle karşılaşmadık. Neyse, “görmedik başka bir şey kaldı mı?” diye Türk rehbere sorduk. Rehber de kimsenin mekanla ilgilenmediğinden ve soru sormadığından muzdaripti, pek bir şevkle anlattı.
“Küçük tiyatroların sağından girdik, ana caddeden sola döndük, hamamdan geçtik, meydana ulaştık, taşlaşmış heykelleri gördük başka bir şey kaldı mı?” dedik. Çocuklar varsa yeter, bir de diğer taraf, amfi tiyatroya giden yol var çocukları bırakıp gidebilirsiniz dedi..
Altta kalıntıların depolandığı, meydandan Vezüv’e bakarken solda bir yapıda, taşlaşmış bedenleri görebilirsiniz, hatta bir de köpek var. Bunlar orjinal mi bilmiyorum. Gitmedim bilmiyorum ama bedenlerin bir çoğu Napoli Müzesi’nde imiş. Benim gibi çok etkilenen biriyseniz fazla bakmayın derim. Aylar sonra Sivas’ın bir köyünde gece araçta tek başıma kaldığımda bolca bu görüntüler gözmün önüne geldi. Pompei’yi bu bedenleri hiç görmeden gezebilirsiniz ama açıkçası herkes de nerde bu bedenler diye dolanıyor.
Meydan’a ulaşmak bu sıcakta ve yapıların içini gezerek gayet zorlayıcıydı. Meydanda dinlendikten sonra dönüş yolunda çocuklarsız, kendi başıma amfi tiyatro yönünde yürüdüm. Burası diğer yöne göre daha ıssız daha arkelojiden zevk alanların geldiği yer. Altta soylulara ait bir villanın o dönemki görüntüsü var. Henüz renove etmemişler.
Nerde gördüm hatırlamıyorum, sanırım Salerno’da kaldığımız evdeki 3 boyutlu betimlemedeydi, burası ayakta fast foodcu olarak anlatılıyordu. Altta delikte ateş ya da sıcak su var, üstünde tencere ya da yine bir taş kap içinde yemek var. Yukarıda anlattım mı bilmiyorum, o dönem evde mutfak olması için soylu olmak gerekiyormuş. Sonuçta evde fazladan bir kat ya da bir oda demek oluyor. bu yüzden soylu olmayanlar bu tür yerlerde yemek yiyormuş. Tabi soyluların mutfağı ve soyluluk düzeyi yani gelirine göre de yemek yapacak kölesi var. Diğerleri de yine gelirine göre ekmek, peynir, zeytinyağı ve nadiren etten oluşan menüden yemek yiyormuş.
Yine bu yol üzerinde renove edilmiş bir villa ve büyükçe bahçesine girdim. Aklımda kalan odalardaki duvar detaylarıydı. Zenginlik böyle birşey, şimdi bile evinizi boyacıya boyatmak yerine bir sanatçı bulup, odanın özelliğine göre tasarlamasını istemek pahalı olur heralde.
Pompei içinde çeşmeler var. Bir kısmı antik çeşmeleri yenilemişler bir kısmı bildiğiniz musluk. Herkes, “bu su içiliyo mu acaba?” diye birbirine soruyordu, ben içtim vallahi, iki ay oldu hala yaşıyorum. Antik kente geliş tren istasyonundan taksiyle. Taksi kişi başı sabit fiyat 5 euroydu galiba. Dönüşte tren istasyonunda bir miktar rezil olduk, tren saatleri hiç tutmuyor çünkü. İstasyon küçük, çoluk çocuk, yerli, Amerikalı herkes bir duvar kenarı bulmuş oturuyordu.
Bir sonraki gün sadece yüzmeye ayırdık. Bunun için yine feribotla ulaşılan Maiori’ye gittik. Feribottan bir görüntü altta. Üstte oturduk, güneş bol ama rüzgar vuruyor, anlamadan bolca yanıyorsunuz.
Altta İtalya bayrağı. İşte İtalya bu. Biz herşeyi iyi yaparız, bir en iyisini yeriz ve biz bunu sizin gözünüze bayrağımızla ve bayrağımızın rengiyle gösteririz. Her yer yeşil beyaz kırmızı, her marka, her menünün altı. Bizim gibi geçmişleriyle de övünüyorlar tamam ama burada ciddi bir bölge planlama var, bugünleri ile de övünebilecekleri kültür ve zenginlikleri var. İtalya’nın güneyi fakir deseler de Türkiye’den kat be kat zengin, tarz ve bilinçli.
Altta bildik görüntü, güzel bir vista, bir liman, yüzenleri pislikten koruyan bir şerit.
Burasını haftasonuna denk getirdik, kalabalıktı. Bir kaç işletme gezip şezlong ve şemsiye fiyatı sorup, sahibi nemrut bir teyze olan ve bizimle ilgilenen hindu bir çalışanı olan bir mekana oturduk. Yemek yenecek üstteki yerde “çocuklara dışardan getirdiğiniz yemeği yediremezsiniz!” demiş nemrut teyze. Halbuki alerji yüzünden evde yapıp getirmştik.
Burası bariz hafta sonu Amalfi Kıyısı kalabalığından uzak kalmak isteyen yerel tatilcilerin geldiği bir yer. Çünkü burası küçük bir yerleşim, tüm kıyıdakileri düşünürsek burada kalıyorlar diyemem. Burada yapılar daha yakın tarihte dikilmiş, çok katlı, engebe uygun olduğu için de nizami dizilmiş.
Bir süre yüzdükten sonra yemek arayışına girdik. Tripadvisor Sole adlı mekanın iyi olduğunu söylüyordu. Bir süre yürüdük, tam yerleşimin diğer tarafındaymış, tabi en fazla 10 dk. sürdü. Burada üstümde tshirt yok diye bir polis uyardı, giymek zorunda kaldım. Sahilde değilseniz bikinili, mayolu, sadece şortla gezemezsiniz.
Lido Sole bir otelin alt katı, sanırım yazları da sahil kenarında böyle bir mekanda da hizmet veriyorlar. Tüm İtalya tatili boyunca en güler yüzlü karşılanmayı yaşadık. Ama fiyat performansa bakarsak da en kötülerindendi. Yüze gülerim .te koyarım tam olarak buraya uyuyor. Halbuki Raveollo’da azar işite işite hem ucuz hem çok lezzetli ve kaliteli yemek yemiştik.
Keşke en baştan buraya gelseydik, hem belki şemsiye şezlongu da yemek yediğimiz için insaflı bir ücrete edinebilirdik.
Bir süre sonra sıkmadı değil, yine bildik yemekler. Domuz sevsem de pizzada ne ile karşılaşacağımı bilmediğim için hep 4 peynir yedim. Tabi yine deniz ürünü kızatması. İnternette ev yapımı olduğu iddia edilse de mekandakiler buraya özgü yerel bir şarap deyip bir şişe getirdiler.
Pizza hiç iyi değildi, belki de Napoli’deki o kadar iyiydi ki başka bir pizza sevemedim.
Fiyatlar menüde gayet uygundu, adisyonda niye böyle olmuş hatırlamıyorum. Oturduğumuz yerlerde çocuklar bazen yedi, bazen yemedi. Genel olarak en az 5 kişiydik, tüm ücretler ona göre düşünebilirsiniz.
Kızlar eve, Salerno’ya erken döndü. Burada liman yakın ama dalgakıran boyunca yürümek gerektiği için nispeten uzak. Akşamı her zamanki gibi Salerno’da geçirdik. Salerno genel olarak akşamları tenhaydı. Dediğim gibi ergen kaynıyordu ama haftasonu akşam çıkınca buranın civcivlenmesini gördük. Bitmeyen, tükenmeyen insan seli. Herkes afilli giyinmiş, takmış takıştırmış dışarda. Genç yaşlı herkes. Gece 2-3’e kadar böyleydi. Orta çağdan kalma merkezde bir ara sokakta alttaki mekan hoş göründü, bir 45 dakikalık yürüme sonrası oturduk.
Garson kız İngilizce bilmese de bir şekilde anlaştık. Peynir tabağı, şarap istedik. Bruschetta iki altta fotoğrafta, kızarmış ekmek, domates, zeytinyağı ve her zamanki tarif aslında fesleğenli aperatif geldi. Peynirlerden en alttaki yine mozarella, yalnız bu sefer sütte bekletmişler. Yedikçe ağzınıza süt akıyor. Yine pek seven olmadı ben hastası oldum.
Namı-ı diğer Bruschetta altta.
Oturduğumuz mekan sokağa bakıyor, zaten tabure koymuşlar sokakta oturduk. Altta sokak ve arkada çok görünmese de bol kalabalık.
Kalkmadan önce bir bira isteyim dedim, kızda İngilizce yoktu dediğim gibi ama el kol hareketlerinden “abicim bana güven sana en iyisinden getiricem” dediği biradan getirdi. Burada yerel üretiliyormuş, donuk renkli buğday birası, değişikti gerçekten ama şişe ve bardak sunumu lezzetinden daha öndeydi diyebilirim. Buraya gelecekseniz bazı yerlerde bulursunuz belki.
Altta da cezamız, 4 kişiydik bu sefer.
Bir sonraki gün kızların da isteğiyle bir daha Positano’ya gittik. Açıkçası Capri ve Positano’da kaliteden önce turist öpmeye yönelik bir hizmet anlayışı olduğu için ayaklarım hep sürüyerek gittim.
Bir grup gezerken, biz merkezde oturup, “sıcakta ne gezecem?” diyerek biraları yudumladık. 1-2 saat sonra ekipte fahri rehberimizin bir arkadaşının tavsiye ettiği, tavsiye edenin her sene uğradığı bir restorana gittik. Ulaşmak için altta bakınız deniz seviyesinden ne kadar yukarı çıkmışız. Normalde şehir içinden gezerek de ulaşılıyor, bir de kıyıdan direk merdiven var. Biz merdivenle çıktık, arkadaş da çocuk arabası sırtında, boynunda atan damarın sesini beyninde dinleye dinleye çıktı.
Cucina Casareccia’ya gittik. Girişte Michelin yazıyordu ama yıldızlı mıdır değil midir bilmem. Fiyatlar tam Positano’luk, öpücem sizi diyor.
İki kişi, rib-eye ve Ceneviz usulü makarna istedik. Diğerleri hatırlamıyorum. Makarna leşti ama leş. Yok elde yapılmış, yok sosu marine edilmiş. Neyse bu İtalyanlar et işini biliyor bence. Yine nasıl pişeceğini sormadan iki parmak kalınlığında, içinde hiç sinir olmayan, dışı mühürlenmiş içi kırmızı rib-eye steak geldi. Eşim istemese de kızıma da kanlı kanlı yedirdim. Çünkü daha lezzetli ve yumuşak. O kadar ki, kız akşam da aynısından istedi, markette 3 euroya ince dilimlenmiş 3 dilim halini alıp evde yaptık. Bu et tamam ama özellikle makarnalar, cık ı-ıh olmamış, etmez.
Altta da yine 5 kişi sabit çocuklar değişken, yediklerimiz.
Aşağı doğru inerken, buzlu limonata satan bir satıcının tezgahının karşısında bir sanat galerisi altta. Burada ara sokaklar, dükkanlar yine belirteyim bolca estetik bolca içeri gir diyor. Başına bir keko koyup, buyur abi demiyorlar, görsellikle ve ürünleriyle o turisti çekiyorlar.
Sonra eve dönüş, sonra valiz toplama, sonra uyku ve sabah 05:00’de Salerno Tren İstasyonu’na varış. Yine şehirlerarası hızlı olmayan trenle Roma.
Sonra İstanbul’da Sabiha Gökçen Havaalanı’nda bolca Arap, bolca Suriyeli, bolca memleketini bilmediğim ama Bodrum’a peçeli birden fazla eşleriyle giden dayılar ile karşılaşma. Ülkeden soğuma, biz bu memleketi kazanmak için kan dökdük hala döküyoruz ama sefasını kimler sürüyor düşünceleri. Sonra euroda artış, herşeye zam, o kadar çalış didin bir yılda paran %66 değer kaybetsin ve bir daha gidebilir miyim acaba diye iç çekmeler esliğinde Ankara.