Troia – Gülpınar / Smintheion – Babakale – Assos (Behramkale) Gezisi – 2014
Kuzey Ege & Güney Marmara kıyıları yazın sıcak aylarda gezmeye en elverişli sahil kısımlarından biri. Bunu düşünerek yaz tatilimizin bir bölümünü bu yöreyi gezmek için ayırdık ve hiç pişman olmadık. Arabayla seyahat etmeyi, birbirine yakın birçok yeri rahatlıkla gezebilmek için tercih ettik.
Troia
Gezimize en kuzeyden başlıyoruz. Çanakkale’den yola çıkarak ilk durağımız olan Troia’ya doğru gidiyoruz. Çanakkale – Troia arası yarım saat – 45 dakika kadar sürüyor. Tabelaların yönlendirmesi ile rahatlıkla ören yerine geliyorsunuz. (Troia’da ve bu yazıda geçen tüm ören yerlerinde müze kart geçerli.)
Girişte meşhur Troia (Truva) atı bizi karşılıyor. Buradaki at tabii ki gerçeği değil, 1975 yılında Türk sanatçı İzzet Senemoğlu tarafından yapılmış. İlyada’da bu atın efsaneleşen hikayesini herhalde bilmeyen yoktur, bu nedenle tekrar buraya yazmıyorum. Açıkçası Troialıların bu hileye nasıl kanabildiklerini aklım almıyor. Bir kent uygarlığın sonunu getiren bu simgenin nedense şirin görüntüsü garip bir tezat oluşturuyor…
Meşhur Troia Atı
Troialılar kenti gayet verimli toprak üzerine kurmuşlar. Kıyıda olmayan ama yakın bir noktaya yerleşerek hem savunma kolaylığı sağlamışlar, hem de denizcilik ve ticaret gibi konulardan da geri kalmamayı başarmışlar.
Troia’nın verimli toprakları
Türkiye’deki birçok antik kent gibi Troia’dan da günümüze ayakta kalan çok az şey kalmış maalesef. Yine de yapılan çalışmalar ve maketlemelerle şehrin zamanında neye benzediğini gezerken anlayabiliyorsunuz. Şehrin duvarları, dar sokakları ve antik tiyatrosu en ayakta kalmış ve / veya çalışmalar sonucu ayaklandırılmış kısımları.
Troia antik kenti
Sokakları, yıkılmış ve geriye pek de bir şey kalmayan tapınağını, tiyatrosunu görüyor ve geziyoruz. Zamanının en gelişmiş uygarlıklarından birinin yok olmuş şehrinde geziyor olmak garip bir duygu veriyor insana. Ah o at yok mu o at…
Troia antik kenti büyük sayılmaz, biz 1,5 – 2 saatte tamamını gezdik. En meraklısı için bile yarım günde gezilebilecek bir yer kanımca. Sabah saatleri, güneş altında fazla yanmamak için tercih edilebilir.
Gülpınar / Smintheion – Apollon
Troia’dan ayrılıp güneye doğru yola koyuluyoruz. Yine tabelaları izleyerek yaklaşık 1 saat yol alarak Gülpınar’a ulaşıyoruz. Bu kasabada antik bir tapınağın bulunduğu izlenimi, ilk bakışta oluşmuyor açıkçası.
Smintheion içinde yer alan Apollon tapınağı zamanının en büyük tapınaklarından biriymiş, şu anda ise çok az bir kısmı ayakta duruyor. Alanda çalışmalar sürüyor, birkaç sene sonra büyükçe bir kısmı ayaklandırılabilir diye düşünüyorum. Tapınak ve çevresini yarım saatte geziyor ve güneye doğru yola koyuluyoruz.
Smintheion Apollon Tapınağı
Babakale
Gülpınar’dan yaklaşık 15-20 dakikalık bir mesafede olan Babakale, Anadolu’nun dolayısıyla Asya kıtasının en batı ucunda yer alıyor. Kasabaya vardığımızda çok sakin ve kendi halinde ve hiç turistik olmadığını göreceksiniz. Babakale’nin tarihi kalesi sarp kayalıkların üzerine kurulu tarihi bir yapı. Kaleye giriş-çıkış serbest ve maalesef çok bakımsız. Anadolu kıyılarını koruması için kullanılmış bu kalenin yüksek duvarlarını gezip burçlarından denizi ve karşıdaki Midilli adasını seyredebiliyorsunuz.
Babakale
Babakale’de Uran Restoran’dadenize karşı balık & kalamar yemek yapılabilecekler arasında.
Assos (Behramkale)
Babakale’den ayrılıp gezimizin bizi en çok heyecanlandıran durağı Assos – Behramkale’ye doğru yola çıkıyoruz. Yine 1 saati bulmayan bir yolculuk sonrası Behramkale’ye varıyoruz.
Otelimize yerleşir yerleşmez gezmeye başlıyoruz. (Yazmadan edemeyeceğim, talep fazlasında mıdır nedir otel fiyatları normalin üzerinde)
Yukarıya kıvrıla kıvrıla giden sokakları takip ediyor, yöresel yiyecek, kıyafet ve bitkilerin (dağ kekiği muhteşem) satıldığı tezgahları gezerek en tepeye ulaşıyoruz. Gün batımının eşsiz manzarası eşliğinde restoranların birinde yemeğimizi yiyoruz. (Gözleme ve nar suyunu şiddetle tavsiye ediyorum.)
Behramkale’den gün batımı
Behramkale’nin tepesinde ören yeri girişi bulunuyor. Ören yerinde özellikle tapınak kalıntıları mutlaka görülmeli. Manzaraya söyleyecek bir şey yok, hayran kalmamak mümkün değil. Karşıda Midilli adası, aşağıda antik Assos limanı ve kalıntıları ve tabi ki eşsiz deniz manzarasını uzun uzun seyretmeli, yaşadığınız anın tadını çıkarmalısınız… Ören yeri girişinin karşısında bir de I.Murat dönemine ait ahşaptan bir cami var, bu ilginç tarihi yapıyı da görmenizi tavsiye ederim.
Ören yerinden Behramkale
Tapınak ve Midilli Adası
Tapınak
Assos antik şehri ve liman
Yukarıdaki antik tapınak ve kalıntıları gezdikten sonra aşağıda kalan antik alanı gezerek devam ediyoruz. Burada amfi tiyatro, birçok antik mezar ve lahitin yanı sıra yine tarihi kalıntıları geziyoruz. Daha sonra limana doğru iniyoruz. Limana inen yol oldukça dar ve arabaya park yeri bulmak kolay olmuyor. Park etmeyi başarınca iskeleye yürüyerek iniyor ve bu şirin iskeleyi turluyoruz. Daha sonra Assos’un küçük plajını çevreleyen pansiyonlardan birine geçiyor ve denizin tadını çıkarıyoruz.
Assos antik kentinden kalanlar
Antik amfi-tiyatro
Assos plajının bulunduğu alanı işleten pansiyon ve küçük otellerde tüm gününüzü geçirebilirsiniz. Genellikle yarım pansiyon (sabah kahvaltısı + akşam yemeği) olarak konaklıyorsunuz. Konakladığınızda plajından ücretsiz faydalanıyorsunuz.
Assos İskelesi
Assos plajı – akşam görüntüsü
Assos’a gelmişken görülmesi gereken yerlerden biri de Behramkale’nin 10km kadar güneyinde kalan Kadırga Koyu. Bu koy adını, Osmanlı döneminde donanmaya ait gemilerin demirlediği ve tamir-bakım işlemlerinin yapıldığı dönemden alıyor. Assos şirin plajına kıyasla daha büyük olan bu koyda da denizin tadını çıkarabilirsiniz.
Assos gerek şirin ev ve sokakları, tarihi kalıntıları, temiz ve berrak denizi, güzel yemekleri ve eşsiz manzaraları ile bizi kendisine hayran bıraktı. Yazın sıcağından ve nemden bunalmayacağınız, tarihi eserleri, doğal güzellikleri, şirin kasabası ve temiz denizi ile her yıl gidilmeye değecek kadar güzel bir yer…