Dünyadan

St. Petersburg – Temmuz 2014

St.Petersburg Gezisi
 
Temmuz ayında hem uzun gündüz günlerinin tadını çıkarmak, hem de sıcaklığın kıyasla gezmeye elverişli olacağını düşünerek St.Petersburg’a 3 günlük bir gezi planlıyoruz. Rusya’ya vize uygulaması olmaması da cabası… İstanbul’dan 3 saatlik bir uçuşla St.Petersburg’a varıyoruz. Otelimiz şehir merkezindeki Vasilevski adasında. Havaalanından kısa bir otobüs yolculuğu ile merkezi bir metro istasyonuna (Moskovskaya) varıyoruz, oradan da otelimizin yer aldığı bölgeye metro ile ulaşıyoruz. Otele yerleşip Vasilevski Adası’nın cadde ve sokaklarını geziyor, bir şeyler atıştırıyoruz. Bu arada saat 23:00-23:30 ama hava halen aydınlık, tadını çıkarıyoruz…
 
Neva Nehri
Ertesi gün şehri daha detaylı gezmeye başlıyoruz. İlk hedefimiz Neva Nehri kıyıları ve nehrin üzerinde bir ada üzerine kurulmuş St.Paul & St.Peter Kalesi. Otelden Vasilevski’nin en popüler ve trafiğe kapalı caddelerinden olan 6-Ya & 7-Ya Liniya’dan yürüyerek Neva Nehri kıyısına ulaşıyoruz. Menshikov Sarayı’nın ve Antropoloji ve Etnoğrafya Müzesi binalarının önünden yürüyoruz. Karşı kıyıda Hermitage Müzesi, Amirallik Binası ve St.Isaac Katedrali tüm ihtişam ve güzellikleri ile karşımızda… Kentin bu en merkezi ve tarihi kısmı çok iyi korunmuş, eski dokuya hiç dokunulmamış, tarihi binalar restore edilerek günümüze kadar taşınmış… Şehir bu görüntüsü ile belki 100 yıl öncesinden farksız, ancak bu durumu bozan Amirallik Binası önü başta olmak üzere nehir üzerindeki Rus donanmasına ait savaş gemileri…
  
 
Neva Nehri & karşı kıyıdan eski Kışlık Saray binası – günümüzde Hermitage Müzesi
 

Amirallik Binası ve önündeki Rus savaş gemisi
 
St.Peter & Paul Kalesi ve Katedrali & Hapishanesi
Birzhevaya Ploshchad (Meydan) üzerinden St.Peter & Paul Kalesi’ne doğru yöneliyoruz. Bu kale 1700’lerin başında aslında İsveçliler’in saldırılarından korunmak için Büyük Petro (bizim tarihimizde niye olduğunu anlayamadığım bir şekilde Deli Petro) tarafından yaptırılmış. Ancak böyle bir saldırı hiçbir zaman gerçekleşmediği için bu ihtişamlı yapı yapılış amacına hiçbir zaman hizmet etmemiş.
 
St.Peter & Paul Kalesi
 
Kalenin içine vardığımızda bizi dışarıdan altından kubbesi dışında pek ihtişamlı gözükmeyen katedral karşılıyor. Ancak fana halde yanıldığımızı katedralin içine girince anlıyoruz. Katedralin içi altın heykeller, kaplamalar, işlemelerle dopdolu. Açıkçası içi bu kadar gösterişli dini bir mabeti hem de Rusya’da görmek bizi şaşırtıyor ve çelişkili buluyoruz. Katedral içinde Romanov çarlık hanedanı üyelerinin mezarları bulunuyor ki bu katedral aslında Çarlık Rusyası’nı en büyük simgelerinden biri. Tabii Çarlık Rusyası’nın özlemini çeken Ruslar’ın da uğrak durumunda.
 
Katedralin görece sade dış görünümü ve altından kubbesi
 
Altınlarla bezeli katedral
 
Kalenin içinde yer alan hapishane yıllarca askeri ve sivil mahkumların tutulduğu, özellikle çarlık karşıtı hareket mensuplarının cezalandırıldığı bir yer olmuş. Rusya’nın Bastille’i olarak anılmış. 1917 devriminden sonra ise bir daha cezaevi olarak kullanılmamış. Burayı gezerken ürpermemek mümkün olmuyor. Maxim Gorki ve daha nicelerinin hapsedildiği karanlık ve soğuk hücreleri görüyoruz. Hapishaneden çıkınca kalenin içindeki tarihi toplar, ünlü Nevski kapısını geziyoruz.
 
Hapishaneden örnek bir hücre
 
Nevski Prospekt ve Çevresi
St.Peter ve Paul Kalesi’nden çıkınca metro ile Nevski Prospekt’e geçiyoruz. Burası St.Petersburg’un en rağbet gören, en merkezi ve kalabalık caddesi. Cadde üzerinde bir restoranda yemek yiyoruz. St.Petersburg’dan doğan ünlü bir yemek olan Beef Stroganof terchimiz oluyor. Yemekten sonra caddeyi ve çevresine gezmeye başlıyoruz.
 
Cadde gayet hareketli ve canlı. Biz de şehirlilerle beraber caddeyi baştanbaşa yürüyoruz. Tabi yolumuz üzerindeki tarihi ve görülmesi gereken yerlere uğrayarak. Bunlardan ilki Kazan Katedrali ki Roma’daki St.Peter kilisesinden ilham alınarak inşa edilmiş. Daha da önemlisi Büyük Petro’nun Katoliklik ile Ortodoksluğu birleştirme hayalinin merkezi olarak düşünülmüş, ama tabi bu hayal hiç gerçekleşmedi. Kazan Katedrali’nden ve karşısındaki eski Singer binalarının etkileyici görünümü bir süre seyredip daha aşağıdaki şehir çarşısı Gostiny Dvor’a varıyoruz. Moskova’daki GUM’u gördüyseniz burada hayal kırıklığına uğrayacaksınız baştan söylemeli, ama bence yine de görülmeye değer…
 
Eski Singer binası arkasında Saçılan Kanlar Kilisesi
 
Kazan Katedrali
 
Şimdiki hedefimiz Rus Devlet Müzesi. Bu müzede Rus tarihi, kültürü ve sanatına dair eşsiz örnekleri görüyoruz. İkonalar, heykeller, çarlık hazineleri, tablolar bu müzede görülebilecekler arasında ki müzede yaklaşık 400.000 parça bulunduğu söyleniyor. Hermitage Müzesi’ni ertesi gün gezeceğiz, ama bu müze böyleyse “Hermitage’de ne göreceğiz acaba?” diye düşünmeden edemiyor insan… Burayı gezmeyi düşünürseniz en az 2-3 saatinizi ayırmalısınız…
 
Rus Devlet Müzesi bahçesi
 
Müzenin bahçesinde biraz turladıktan sonra kendimizi Saçılan Kanlar Kilisesi’nin önünde buluyoruz. Rus mimarisinin güzel bir örneği olan bu kilise de kesinlikle görülmeye değer.
 
Saçılan Kanlar Kilisesi
 
Kilisenin önünde biraz vakit geçirdikten sonra ara sokaklara dalıyor ve Puşkin Evi Müzesi’ne doğru ilerliyoruz. Bu müze ünlü şairin bir düelloda hayatını kaybetmeden önce ailesi ile beraber yaşadığı ev. Müze haline getirilmiş ve belirli saatler arası gezmeye açık. Burada şairin hayatı, ailesine ait genel bilgi edinebilir, özel eşyalarını görebilir, kendi el yazısı ile yazılmış mektup, şiir gibi vesikaları inceleyebilirsiniz.
 
Alexander Puşkin’in çalışma masası ve kütüphanesi
 

<

Müzeden çıktıktan sonra otelimizin olduğu Vasilevski Adası’na dönüyor, akşam yemeğimizi 6-Ya & 7-Ya Liniya üzerindeki bir restoranda yiyor ve otele geçiyoruz.
 
Hermitage Müzesi & Dvortsovaya Ploshchad (Saray Meydanı)
Hermitage müzesi büyüklüğü ve içindeki eserlerin niteliği bakımından Louvre ve British Museum’la kıyaslanan bir müze. Bunu öğrendiğimiz için bilet sırası ile uğraşmamak ve müzede verimli zaman geçirebilmek için biletlerimizi önceden internet üzerinden almıştık. Sabah müzenin açılış saati ile beraber müzenin önünde yerimiz alıyoruz. 10 dakikalık bir bilet ve pasaport kontrolü sonrası müzeye giriş yapıyoruz. Yüzlerce insanla aynı anda müzeyi gezmeye başlıyoruz.
Önce binayı biraz anlatmak gerek. Burası aslen Rus kraliyet ailesinin kışlık sarayı olarak inşa edilmiş ve ta ki 1917 Rus devrimine kadar bu işlevi sürdürmüş. Devrimden sonra ise içindeki hazineyle ve diğer koleksiyon eserlerle beraber devlet müzesine çevrilmiş. Müze 5 tane iç içe geçen binadan ve binden fazla salondan oluşuyor.
Biz bu devasa müzeyi gezmek için 4 saatimizi ayırdık. Girişte verilen müze rehberinin de yardımıyla en görülesi eserlerin tümünü görmeyi başardık, salonların da neredeyse tamamını ziyaret ettik. Ancak sanata çok meraklıysanız ve yeterince gününüz varsa buraya bir tam günü ayırmak daha uygun olabilir. Görecekleriniz arasında Rus kraliyet ailesine ait hazineler, Mısır, Roma ve antik Yunan heykelleri, Avrupa’nın çeşitli ülkelerinin her çağdan en ünlü ressamlarının tablo ve portreleri, daha neler neler…
 
Hermitage Müzesi – Rus Kraliyet Tahtı
 
Hermitage Müzesi’nden bir salon
 
Müzeden çıkınca Dvortsovaya Ploschad yani Saray Meydanı’nda buluyoruz kendimizi. Burası gerçek anlamıyla bir meydan. 1905’te Rus devriminin kıvılcımları da burada atılmış. 1905 yılında gösteri yapan işçilere çarlık askerleri ateş açınca devrime giden yolun başlangıcı oluşmuş. Meydanın ortasında yer alan tonlarca ağırlığındaki sütun da yakından görülmeli derim…
 
Hermitage Müzesi’nden Saray Meydanı
 
St.Isaac Katedrali
Meydandan yürüyerek Nevski Prospekt’in başına doğru ilerliyoruz. Buradan nehre paralel olarak yürüyor, tarihi binalardan olan Amirallik Binası’nın önünden geçerek St.Isaac Katedrali’ne ulaşıyoruz.
St.Isaac Katedrali de şehirdeki ihtişamlı ve mutlaka görülmesi gereken yapılardan biri. Dünyanın en büyüyü olduğu söylenen bu kubbesinde tam 100kg altın kaplama kullanılmış. 262 basamağı çıkarak kubbesinde şehir manzarasını seyredebilirsiniz. (ki biz zaman darlığından yapamadık içimde uhtedir) Kiliseden çıkıp nehre doğru ilerlerseniz yine şehrin en çok tanınan simgelerinden olan Büyük Petro’nun at üzerindeki heykelini göreceksiniz. Söylemeden edemeyeceğim ben bu heykel de pek de bir numara göremedim.
 
St.Isaac Katedrali
 
Büyük Petro Heykeli ve arkasında St.Isaac Katedrali
 

Peterhof Sarayı

3 günlük gezimizin yarım gününü şehrin dışında yer alan Peterhof Sarayı’nı ziyaret için ayırmıştık. Bunun için Neva Nehri’nin Hermitage Müzesi çıkışının bulunduğu rıhtımdan kalkan hidrofilleri buluyoruz. Hidrofille seyahat rahat ve keyifli. Neva üzerinden şehrin batı kanadını seyrederek, Peterhof’a varıyoruz. Saray yine Büyük Petro tarafından inşa edilmiş, amaç Versay’a rakip bir yer inşa etmekmiş. Bu nedenle gayet görkemli bir yapı ile karşılaşacağımızı tahmin edebiliyoruz ancak ben görmeden önce bu kadarını beklemediğimi söyleyebilirim.
 
Peterhof daha uzaktan bizi kendine çekmeye başlıyor. Deniz Kanalı’nın yanından ilerleyerek saraya yaklaşıyoruz. Altın heykelleri, büyük şelaleyi, fıskiye cümbüşünü izlerken büyüleniyor, seyre dalıyoruz…
 
 Görkemli Heykeller ve Fıskiyeleriyle Peterhof Sarayı
 
Peterhof Saray avlusundan Deniz Kanalı
 
Sarayın avlusundan aşağıları, Deniz Kanalı’nı ve bahçeleri izlemek de ayrı bir keyif oluyor. Daha sonra sarayın geniş bahçelerini (Aşağı Bahçe) turluyor, bahçelerin her yerinde ayrı bir sürprizle karşılaşıyoruz. Çocukların bayılarak saatlerini geçirebileceği şaka çeşmelerini, irili ufaklı meydan ve havuzları görüyoruz.
 
 
Aşağı Bahçe’den havuz örnekleri
 
Peterhof arazisi içinde, deniz kenarında tasarımı Büyük Petro’ya ait olan Monplaisir Sarayı da yer alıyor, bahçesini geziyor ve deniz kenarına bakan rıhtımında bir miktar soluklanıyoruz. Hidrofilin dönüş saatine kadar bahçeler arasında dolaşıyor, yeşilin, doğanın, insan eliyle güzelleştirilmiş alanların tadını çıkarıyoruz…
 
Monplaisir Sarayı ve bahçesi