Somatçı Fîhi Mâ Fîh – Konya – 2015
TripAdvisor’dan Konya’da restoranlara bakınca birinci sırada Somatçı Fihi Ma Fih’i görebilirsiniz.
Kesin etli ekmek, tandır kebap yiyebileceğim kocaman bir restorandır diye düşündüm.
Mevlana Müzesi çıkışında hediyelik eşya dükkanlarından birinde sobet ederken duydum methini.
Söylenene göre yurtdışında Lonely Planet tadında blog ve gezi kitaplarında Türkiye’de en çok önerilen restoranmış.
Bunu yabancı turistlerin bu mekanın yerini bolca sormalarından anlayabilirsiniz de dendi.
Tandır ve etli ekmek diye yanıp tutuşsam da çok merak ettim, gidelim dedik.
Restoranın bir tezi var.
Çatalhöyük, Selçuklu ve Mevlevi dönemi yemekler yapıyorlar.
Bunun mümkün olması için Amerika Kıtası’nın keşfinden sonra dünyaya yayılan domates, patates, kakao vs gibi yiyecekler kullanmıyorlar.
Yalnız ne menüden ne garsondan hangi yemeklerin hangi döneme ait olduğunu öğrenemedim.
Zaten menüdeki açıklamada da o dönemin yemeklerine kendi bilgimizi kattık diyorlar.
E canım Anadolu’mda yazılı kültür de olmadığı için kulaktan dolma yemek tariflerinden fazlasına ulaşamamışlardır.
Niye yalan söyleyeyim, aykırı olucam diye bulamaç yedirecekler diye düşünerek yola koyuldum.
Somatçı, Mevlana Müzesi’nin ana cadde çıkışındaki mezarlığın arkasında, mengüç caddesinde, koruma altınaki Eski Konya Evleri’nden oluşan sokağın en başında.
Somatçı, sofrayı kurup kaldıran kişi demekmiş
Fihi Ma Fih, farsça “ne varsa içindedir” demek ve Mevlan’nın bir yazılı eseri.
Ramazan ayına denk geldiği için ve gündüz olduğu için içerisi boş.
Çok ilgili, güler yüzlü, fazlaca saygılı, Adanalı genç bir bayan garson karşıladı bizi.
Önce restoranla ilgili bilmemiz gereken yukarıdaki tüm bilgileri verdi.
Bir de ekledi,
Yemekten önce ve sonra şerbet ikram edeceğiz.
Önce sirkecübin (ballı sirke), iştah açtığını iddia ediyorlar.
Sonra gül şerbeti, ağızda güzel bir tad bırakıp, hazmı kolaylaştırdığını iddia ediyorlar.
Fiyatlar restoranın tanınırlığı ve iddiası gibi büyük değil.
İlla bilmediğiniz bir yemek yemek zorunda da değilsiniz. Yoğurt, mercimek çorbası, ıspanklı börek, etli yaprak sarma gibi olanaklar da var.
Bir de günümüz kutu içecekleri. Bence olmamalı menüde, ev yapımı ayran, komposto, vişne – kuşburnu suyu şahane olurdu.
Sirkecübin şerbeti geldi hemen.
Ufak shot bardağında.
Mevlevi sofrasında mutlaka olur, gelen misafirlere de o dönem ikram edilirmiş.
Altta da menüden ufak bir açıklama…
Önce çorba istedik.
Aslında çorba tıkıyor insanı ana yemeklere yer kalmıyor ama denemek farz olmuştu.
Fihi ma fih ve cevizli közlenmiş biber çorbası istedik.
Fihi ma fih çorbası, aşurenin tatlı olmayan hali gibi.
Ya da bazı yörelerde ayran çorbası, Sivas’da katıklı aş dedikli çorbanın ayransız versiyonu gibi.
Gideri var ama çok lezzetli değil.
Cevizli közlenmiş biber çorbasına da bayılmadım.
İçinde ceviz değil badem vardı bir de.
Sorduk, mevsime göre menüyü değiştirebiliyorlarmış.
Ana yemek bademli köfte ve tava kebabı istedik.
İkisinin de sunumu muhteşem geldi.
Köfte bildiğiniz lezzetli, iç ya da kuyruk yağı da vardı muhtemelen yumuşacıktı.
Tava kebabı, güveç gibi küçük bir kapta biftek ve siyaha yakın bir sos ile geldi.
Biftek yumuşacık, pişirme öncesinde terbiyelemişler kesin.
Sosun içeriğini bir türlü çözemedim, menüde farklı bitkilerden yaptıkları yazılı.
Sosu bitiricem hiç etmeyeceğim diye çok ekmek yedim çok.
Şiddetle bu yemeği tavsiye ederim.
Çorbalarda biraz moralim bozuldu ama ana yemek bildiğiniz güzel.
Tatlı olarak tümünü tatmamız için karaşık bir tabak hazırladılar.
Menüde yok ama Kayseriye özgü gül baklavası, incir dolması ve badem helvası geldi.
İncir dolması dışındakiler eh işte. Belki de meyveli tatlıları çok sevdiğimdendir, siz yine de giderseniz deneyin.
Yemek sonunda gül şerbeti ve diş kirası geliyor.
Diş kirası kahvesi de yapılan menengiç bitkisinin tohumu.
Yağmur yağdığı için kapalı bölümde oturmuştuk, isterseniz altta yarı açık bir alanları da var.