NAPOLİ-SALERNO-AMALFİ SAHİLİ
NAPOLİ – SALERNO – AMALFİ KIYILARI
İnsan bu kadar kirli ve dağınık bir şehri nasıl sevebilir. Bir şehir onca perişanlığına karşın insanları nasıl böyle kendisine çekebilir. Evet, düzensiz ve dağınık. Her yerde karmaşa hakim, binalar bakımsız, sokaklar darmadağın, her yer dökülüyor. Ama insanı içine alan, eğlenceli, yaşam dolu bir şehir. Vezüv’ün gölgesi altında, Çatalkaya’nın gölgesi altındaki İzmir’i andırıyor. Belki de bu yüzden çok sevdik. Ara sokaklarda bile karşınıza çıkan sarayları, aslında güçlü bir krallığın zengin bir başkenti olduğunu anımsatıyor. Bakımsız görüntüsünün ardında, görkemli geçmişi göze çarpıyor. Saraylarda doğmuş, saraylarda büyümüş, hayatını varlık içinde geçirmiş , güzel günler görmüş güzel bir kadının , yaşlılığında yoksulluğa düşmüş hali gibi. İnsanın gezdikçe sevdiği, canlı, cıvıl cıvıl, tam anlamıyla yaşayan bir şehir.
Bugüne kadar gördüğümüz düzenli – steril Avrupa şehirlerine hiç benzemeyen, hatta ara sokakları İskenderiye’nin ara sokaklarını çağrıştıran bu Akdeniz şehrini bu kadar beğenebileceğimizi düşünmemiştik. Gitmeden önce internet’ten toplamaya çalıştığımız bilgilerde, tehlikeye yapılan vurgu dikkatimizi çekmişti. Fotoğraf makinası önünde asılı vaziyette 10 metre gidilemeyeceği, otomobili iki sokak ötedeki park yerine bırakmaya giderken otelden koruma verildiği ve benzeri daha ziyade gasp tehlikesini vurgulayan uyarılar fazlasıyla can sıkıcıydı. Hatta sırf bu sebeple, mecburen Napoli havaalanından giriş çıkış yapacak olmamızı da dikkate alıp gezinin yalnızca 1. ve 4. günlerini Napoli’de kalmaya planlayıp, kalan günleri daha güvenli olarak tanıtılan Salerno’ya ve ” Costiera Amalfitana ” ya ayırdık.
Amalfi sahilleri çok daha fazla zaman ayırmayı hak ediyor ama Napoli’de daha fazla zaman geçirilebilirmiş. Rahatsızlık derecesinde özel bir korkunuz yoksa, bu şehre özel herhangi bir güvenlik sorunu yok. Gecenin çok geç saatlerinde bile ara sokaklar dahil gezdiğimiz yerlerde, bizden başka dolaşanların, yürüyenlerin halinden, tavırlarından çıkarttığımız kadarıyla, başka yerlerdekilerden daha öte bir güvenlik sorunu olmadığını gördük. Asıl, restoranlarda dikkatli olup, hesabı kontrol edip, gerekiyorsa düzeltilmesi için geri göndermek gerekiyor. Amalfi’de katedralin önündeki meydana bakan bir restoranda bizden önce hesap ödeyen iki masa da hesaba itiraz edince, biz de kontrol etme gereği duyduk ve bu dikkat bize 20 küsur euro kazandırdı. Salerno’dan Amalfi’ye otobüsün çalıştığı saatlerde 25 km için 70 Euro isteyen taksicilerin, dönüş için, Amalfi’den Salerno’ya aynı mesafeye, son otobüsten sonra 120 euro dan kapı açmaları ayrı bir eşkiyalık örneğiydi ve ne yazık ki 90 dan aşağı inmediler. Mayıs ayı itibarıyla son otobüsün akşam 19.00 da olduğunu bu bedelle öğrenmiş olduk.
İtalya’daki bir çok şehir gibi Napoli’nin de bir bağımsız devlet geçmişi var. Napoli Krallığı 1285-1816 yıllarında uzun bir süre varlığını sürdürmüş. Roma’dan günübirlik ulaşmak da mümkün ama kesinlikle ayrı bir gezinin odak noktası olmayı hak ediyor.
Havaalanı tam anlamıyla şehrin içinde. Mahalleler telörgüleri zorluyor. Havaalanı kapısından çıktığınızda şehirdesiniz. Otobüsle (3 E nolu otobüs) Garibaldi meydanına gidilebiliyor. Mesafenin kısa olması sebebiyle taksi de oldukça ekonomik.
Piazza Garibaldi çok büyük bir meydan, bir cephesini boydan boya Napoli tren garı kaplıyor.Garın karşı istikametinde, Garibaldi heykelinin arka tarafındaki Via Pasquale Stanislao Mancini ve onu kesen sokaklarda pazar kuruluyor. Corso Garibaldi ile Corso Umberto arasında limana doğru uzanan bölgede manavlar, balıkçılar yayılıyor. Burası aynı zamanda Unesco dünya mirası listesinde önemli bir yeri olan Napoli eski şehir merkezinin de çok yakınında.
Garibaldi meydanında, başka bir Avrupa şehrinde göremeyeceğiniz şeylerle karşılaşabiliyorsunuz. Örneğin meydanın bir ucundan diğer ucuna kadar yol kenarında, sakat ayaklarını göstererek dilenen üç dilenci gördük. Aynı yol üzerinde, üç küçük yüksük altındaki parayı bulanın kazandığı bul karayı al parayı üçkağıtçı tezgahları, muhtemelen çalıntı mallar satan satıcılar, küçük kaldırım tezgahları vardı. Eğlenceli bir meydan.
Duomo, S.Paolo Maggiore, S.Lorenzo Maggiore, S.Domenico Maggiore, Gesu Nuovo , Santa Chiara gibi görülmesi gereken eserlerin bulunduğu eski şehir merkezi “Centro Storico” ara sokakları ve meydanlarıyla uzun saatler boyunca gezilmeye değecek güzellikte.
Sahil şeridine inildiğinde ise Castel Nuovo , Palazze Reale Napoli’nin kraliyet geçmişini ortaya koyuyor. Palazze Reale’nin baktığı Piazza Plebiscito ve meydanın karşı yanındaki Basilica di San Francesco di Paola oldukça etkileyici. Meydandan denize doğru Via Console’den deniz kenarına inildiğinde, Sorrento yarımadası ve Capri ‘nin etkileyici görünümleri gezintiye eşlik ediyor. Napolinin diğer bir önemli kalesi olan ve denize uzanan bir kayalık üzerinde yer alan Castel dell’Ovo ve hemen altında küçük bir yat limanı olarak kullanılan Borgo Marinari de mutlaka gezilmesi gereken yerlerden. Burada çok güzel restoranlar ve kafeler bulunuyor.
Şehire yukarıdan bakan Castel Sant’Elmo şehirdeki diğer büyük bir kale. Funikuler hattı ile ulaşılabiliyor. Şehrin, arka plandaki Vezüv’le birlikte en güzel manzarası buradan görülebiliyor. Kale çevresinde aynı zamanda şehrin daha nezih ve bir o kadar da çamaşırsız semtleri bulunuyor.
Piazza Plebiscito’nun hemen yanıbaşından başlayan ve özellikle akşam saatlerinde neredeyse miting meydanı kadar kalabalıklaşan cıvıl cıvıl bir bölge, Via G.Sezza, Via Chiaia, Via Nardonnes’i de içine alıp, Via Toledo boyunca eski şehre doğru uzanıyor. Milano’daki Galleria Vittorio Emanuele II ‘nin bir benzeri olan ve yapımı 1890 da tamamlanan önemli alışveriş merkezi Galleria Umberto da aynı bölgede yer alıyor. Dört yönden girişi bulunan Galleria’nın bir girişi San Carlo Operası karşısındayken, bir diğer kolu da Via Toledo’ya bakıyor.
Napoli’nin ünlüleri olarak Sophia Loren ve Toto hemen heryerde karşınıza çıkıyor. Ama, Türkiye’de Necdet Mahfi Ayral’ın benzersiz seslendirmesiyle hatırlanan Toto (Antonio de Curtis veya tam olarak Antonio Focas Flavio Angelo Ducas Comneno De Curtis di Bisanzio Gagliardi) fotoğraflarından buzdolabı süslerine, heykelciklerinden anahtarlıklarına kadart, Sophia Loren’den açık arayla önde.
Son günümüzde Napoli-Palermo maçı vardı. Genel havadan bu maçı çok önemsedikleri hissediliyordu. Napoli’nin 2-0 yendiğini sonradan öğrendik.
Şehirde yiyecek içecek kapsamında, kötü yapmayı herhalde beceremedikleri pizzadan sonra karşımıza sürekli çıkan ürünlerden birisi limonçello diğeri de “baba” tatlısı oldu. İkisi de güzel. Limonçello esas olarak Sorrento yarımadasında yetiştirilen çok iri limonlardan üretiliyor. Bölgede her yerde karşımıza çıkan oldukça ferahlatıcı bir içecek. Melonçello adıyla kavun versiyonu da mevcut.
Sokaklarda yürürken balkonlardaki çamaşırlardan damlayan sulara dikkat etmek gerekiyor. Çamaşır yıkamayı ne kadar çok seviyorlar. Öyle ki bazı sokaklar tamamen çamaşırlık görünümüne bürünmüş oluyor. Sokaklarda motorsikletlerin çokluğu dikkate çarpıyor. Gelmeden okuduğumuz bazı yazılardaki, otomobillerin yayalara yol vermediği yolundaki gözlemleri oldukça abartılı bulduk. Yol verme konusunda belki kuzeydeki kadar hassas olmayabilirler ama bizim ölçülerimize göre yayaya saygıları tartışılmaz. Biz de, görünen genel düzensizliğin etkisi ile, nasıl olsa “burası Napoli” diyerek, karşıya geçerken kendimizi rastgele yollara attıysak da sürücüler durup yol vererek bizi utandırdılar.
Napoli ‘den Salerno’ya trenle rahat bir yolculukla ulaşılıyor. Yolun önemli bir bölümü kıyıya paralel gidiliyor. Bu hat Pompei şehrinden geçiyorsa da Pompei antik kentine giden tren yakındaki başka bir istasyondan kalkıyor ve varış istasyonu da farklı.
Salerno, Napoli’ye göre çok daha temiz ve düzenli . Napoli’nin güneyinde , kuzeyli görünümünde bir şehir. Refah düzeyinin daha yüksek olduğu ilk bakışta göze çarpıyor.
Tren istasyonundan başlayarak batı yönünde uzanan Corso Vittorio Emanuele, şık mağazaların sıralandığı canlı bir cadde. Amalfi yönüne gidenler de dahil olmak üzere tüm otobüslerin ana hareket noktası istasyonun önündeki meydan. Yerleşimle deniz arasında iyi düzenlenmiş uzun bir sahil şeridi yer alıyor. Via Roma üzerinde de birbirinden güzel restoranlar sıralanıyor ve bu bölge gece geç saatlere kadar oldukça hareketli.
İtalya’da her yerde olduğu gibi buralarda da siesta, öğleden sonra yaşamı bir süre durduruyor. Hatta bu bölgelerdeki etkisi , başka yerlere göre biraz daha fazla gibi.
Salerno’dan Tiren denizine doğru uzanan Sorrento yarımadasının güney sahilleri Amalfi sahili olarak adlandırılıyor. Unesco dünya mirası listesinde özel bir yeri olan bu kıyılar Amalfi, Positano, Ravello, Maiori, Minori gibi küçük sevimli yerleşimleri barındırıyor. Bütün sahil boyunca karayolu ulaşımının yalnızca sahildeki iki şeritli daracık yol ile yapılıyor olmasına insanın inanası gelmiyor ama gerçek. Yol o kadar virajlı ki, 10-15 metrelik düz bir kısmı bile yok. Yol boyunca bir sağa bir sola dönerek gidiliyor. Ve o kadar dar ki, çoğu kez araçlar durup birbirlerine yol vermek zorunda kalıyor. Birisi geri gitmeden yol açılamıyor. Bazen ikisi de geri gidemeyecek olduklarında ciddi tıkanmalar yaşanıyor. Yolun bir noktasında da, kavşak filan olmamasına karşın sinyalizasyon var. Biz, ilki cumartesi akşamı trafiğin çok yoğun olduğu akşam saatlerinde, ikincisi cumartesi gecesi geç saatlerde yol boşken ve üçüncüsü de Pazar günü akşamı nispeten rahat bir saatte olmak üzere 3 kez aynı yolu katettik. Gelmeden önce bir ara, araç kiralamayı ve sahil şeridini kiralayacağımız araçla gezmeyi düşünmüş, Google Earth’tan yaptığımız rasat sonucu yolun pek de hayırlı olmadığını farkedince vazgeçmiştik. Ne kadar isabetli düşündüğümüzü 25 km yolu, yolun bomboş olduğu gecenin geç saatinde hızlı gitmeye gayret eden bir taksi ile 45 dakikada katedince daha iyi anladık. Buna rağmen araç kiralamayı düşünecek olanlara, bu yerleşimlerin son derece dik yamaçlara kurulu olup, otoparklarının da son derece kısıtlı olduğunu hatırlatmak ve Google Earth’tan otopark yerlerine şöyle bir bakmalarını tavsiye etmek gerekiyor.
Aslında Salerno’dan Positano ve Amalfi’ye en güzel en rahat ulaşım teknelerle yapılıyor. Kıyı şeridini karşıdan görebiliyorsunuz. Ama o karayolunu da en azından bir kere bile olsa geçmek gerekiyor. Yol boyunca teraslar halinde denize kadar inen limon bahçeleri, kayaların tepelerinde kurulu küçük kaleler, oteller, köşkler gerçekten muhteşem. Yolun darlığı bile özellikle gelip görmeye değer. Bizde olsa, denize kazık çakılarak 3 geliş 3 gidiş olarak genişletilmesi kaçınılmaz bu yolda, insanlar birbirlerine yol vere vere yıllardır buralara gidip geliyor.
Zamanımız kısıtlı olduğu için Sorrento’ya gidemedik. Ama Napoli’den Sorrento’ya tekneyle geçip, burada da geceleyip, Positano ve Amalfi’ye, otobüs ile ulaşma seçeneğini de denemekte yarar var.
Positano da Amalfi de küçük , sevimli, adeta tablo güzelliğinde yerler. Sergilenen eski fotoğraflarından Positano’nun küçük bir balıkçı köyü olduğu anlaşılıyor. 1940-50 lerden sonra turistik değerleri keşfedilmeye başlanmış. Dik yamaçlarda, kayaların üzerinde inşa edilen evler, oteller , kafeler, mimarileriyle etkileyici olduğu gibi, manzaraları da muhteşem. İnsanı çarpan görselliğinden dolayı bir çok filme de konu olmuş.
Amalfi’de ana sahil yolunun evlerin altından geçmesi şaşırtıcı. Yamaca yapışık gibi duran ve aralarındaki karmaşık merdiven sistemi ile birbirine bağlanan evlerin balkon ve pencerelerinde de yine çamaşırlar asılı. Piazza del Duomo isimli ana meydanındaki St.Andrea Katedrali (St Andrew’s Cathedral) oldukça görkemli, böyle küçük bir yer için fazla büyük görünüyor ve merak edildiğinde Amalfi’nin de bağımsız bir cumhuriyet geçmişi olduğu öğreniliyor. Katedral, Amalfi’nin , dünya deniz ticaretinde önemli bir yer sahibi olduğu o dönemlerden kalma.
Her birisi bir çocuk kafası büyüklüğündeki limonlar, nedense insanda kiloyla alıp eve götürmek isteği uyandırıyor. Kabukları limonçello üretiminde kullanılan bu limonların, bu kadar dik yamaçlarda oluşturulan teraslarda yetiştiriliyor oluşu en az limonların kendisi kadar şaşırtıcı. Bazı bahçelerde teleferik sistemleri var.
Ravello da denizden oldukça yukarıda ama etkileyici bir havası olan diğer bir turistik yerleşim. Amalfi’nin yukarısında yer alıyor. Dünyaca ünlü çok sayıda sanatçının tercih ettiği bir yer. Her yıl temmuz ayında düzenlenen oldukça iddialı bir festivali var. Villa Rufolo , Villa Cimbrone, Hotel Caruso, Hotel Palazzo Sasso gibi ünlü yapıları ve muhteşem manzaralı bahçeleri mutlaka görülmeli.
Bu dört günlük gezide, sabahın erken saatlerinden gecenin geç saatlerine kadar dolaşmamıza karşın Pompei’ye zaman ayıramadık. Yine kısıtlı zaman sebebiyle Sorrento’ya da gidemedik. Başka gitmek isteyip gidemediğimiz yerler de oldu. Ama bu kadar zamanda ancak bu kadarı mümkündü. Belki böylesi daha iyi, bir daha gelmenin gerekçesi olur.
Cem Koç