NAMASTE NEPAL
KATMANDU POKHARA CHİTWAN GEZİ NOTLARI
Türk Hava Yolları’nın 1 eylülde başlattığı Katmandu seferlerini fırsat bilip 6 eylülde yola çıktık. 7 eylül sabah 7 de Katmandu Tribhuvan havaalanındaydık. Gezi için belirlediğimiz tarihlerin muson mevsimine denk geldiğini biliyorduk ama iş programımız gereği bu tarihten başka müsait zamanımız yoktu. Yola çıkmadan bir gün öncesinde, Katmandu hava durumuna baktığımızda gezimiz süresince yıldırımlı yağmur gösterdiğini görünce moralimiz bozulmuştu ama bir de musonu görmüş oluruz diyerek kendimizi avutuyorduk. Neyse ki, hava tahminlerinin tamamen aksine, bulunduğumuz sürede tek damla bile yağmur yağmadı.
Nepal vizesi havaalanında veriliyor. Form doldurmak için hazırlanmış bankolarda bulundurulan formları doldurup bir de fotoğraf veriyorsunuz, çok kısa sürede işlemler tamamlanıyor. 15 günlük vize bedeli 25 ABD doları. Havaalanında döviz bürosu var ama şehirdeki döviz büroları hem komisyon almıyor hem de uyguladıkları kur daha yüksek. Özellikle Thamel’de çok sayıda döviz bürosu var, cumartesi, Pazar günleri de açık oluyorlar. Ancak şuna dikkat etmek lazım ki, döviz büroları yalnızca turistlerin yoğun olarak bulundukları bölgelerde bulunuyor. Nepallilerin dövize yatırım gibi yaygın bir alışkanlıkları olmadığından , şehrin turistlerin olmadığı çok daha canlı bölgelerinde döviz bozdurmak mümkün olmuyor. Oteller genellikle döviz bürolarından daha yüksek bir kurla bozabiliyorlar.
Otelimizi belirlerken, havaalanında karşılama hizmeti verenler arasında bir seçim yapmıştık. Araçla gelip karşıladılar. Ama taksi ücretlerinin de yaklaşık 300 rupi olduğunu öğrendik. (1 dolar yaklaşık 100 rupi) Havaalanı şehre çok yakın , hatta şehrin içinde bile denilebilir. Thamel’e ise yaklaşık 7 km mesafede.
Tur hizmeti alabileceğimiz bir oteli seçmeye de dikkat etmiştik. Dışarıda da çok sayıda tur firması bulunuyor ama, Booking’den rezervasyon yaptığımız otelin bu konuda daha güvenli olabileceğini düşündük. Fazla zamanımız olmadığından programımızı iki gün Katmandu, bir gece Pokhara ve iki gece Chitwan ve son gün yine Katmandu olarak belirledik.
Otelden dışarı çıktığımızda sokaklarda , alışık olmadığımız bir dağınıklığın, yoksulluğun ve karmaşanın hakim olduğunu görünce şaşırdık. En azından Thamel bölgesinin turistik bir bölge olduğunu bildiğimizden burasının daha farklı olacağını düşünmüştük. Farklı yanları var elbette ama alt yapı yetersizliği kendisini burada da gösteriyor. Yollar berbat, otomobile de, rikşaya da binecek olsanız hoplamaktan perişan oluyorsunuz. Toz ayrı bir sorun. Alışılıyor ama yine de çok sayıda insan ağzında maskeyle dolaşıyor. Bu maskeler neredeyse her yerde satılıyor.
Otelden çıkar çıkmaz gördüğümüz irili ufaklı stupaların etrafında döne döne yürümeye başladık. Durbar meydanına giderken İndra Chok denen altı yol ağzındaki bir meydana bakan Akash Bhairav Tapınağına girdik. Tapınakların hepsinde böyle değil ama buna girilirken ayakkabıların çıkartılması gerekiyor. İnsanın nereye bakacağını şaşırdığı bir ayrıntı zenginliği karşısında adeta sersemliyoruz. Durbar meydanına giderken, çeşitli yerlerde , gamalı haç olarak bildiğimiz svastika figürlerini görmek ilginç geliyor. Meydana giriş yabancılar için biletle ve 750 rupi. Meydanın diğer ucunda, Kumari Ghar’ın yakınındaki bir resmi ofise gidip biletleri gösterip birer tane de fotoğraf verirseniz ayrı bir ücret almadan sonraki günlerdeki giriş çıkışlarınızı ücretsiz yapabilmeniz için bir kart veriyorlar.
Meydan çok canlı. Gezip dolaşanlar, fotoğraf çekenler, tapınakların merdivenlerine oturmuş gelen geçeni seyredenler. Burada Katmandu’nun en aykırı yapılarından birisi olan Gaddi Baithak gerek beyaz rengi gerekse sütunlu ön cephesiyle kendisini gösteren değişik mimarisiyle diğerlerinden ayrılıyor. Meydanın en genci, 1908 de yapılmış.
Kumari Ghar , meydanı çevreleyen etkileyici yapılardan birisi. Dışarıdan görünüşü daha görkemli ve giriş kapısı daha gösterişli olmasına karşın iç avlusu oldukça küçük. Ahşap işçiliği etkileyici. Ergenliğine kadar yaşayan tanrıça olarak kutsanan küçük bir kız çocuğunun konutu olan bu binanın, avlusuna bakan pencerelerde zaman zaman Kumari’nin görülebildiği söylenmişti. Biz meydanda dolaştığımız süre boyunca birkaç kez binaya girip çıktık. Kumari’yi göremedik ama konuklara yiyecek de ikram edilen bir törenin hazırlık aşamalarını izledik. Etlerin , yere dik olarak duran büyük bir bıçağa vurularak küçük parçalara ayrılması, yere dizilen tabaklara çeşitli yiyeceklerden sırayla birer avuç konularak ikramın hazırlanması ilgi çekiciydi. Akla gelmişken şunu hatırlatmak gerekir ki, Nepal’e gidenler, hijyen sözcüğünü ve kavramını da sınırda bırakacaklarını peşinen kabullenmeliler. Biz, önceden edindiğimiz bilgiyle yanımıza bağırsak antiseptiği, antibiyotik filan almıştık ama gerekli olmadı. Yine de tedbirli olmakta yarar olabilir. Kumari Ghar’a son gelişimizde hazırlanan ikramlardan bir tabak tatma imkanımız da oldu. Yaprakların birleştirilmesiyle oluşturulan tabaklarda sunulan yemeği, herkes elleriyle yiyordu. Biz yerellikle bu kadar bütünleşmeyi göze alamayıp yanımızdaki kartvizitleri katlayarak oluşturduğumuz kaşıkları kullandık. Baştan aşağıya kırmızıya bürünmüş kadınların , kararmış ahşabın hakim olduğu avluda yarattıkları kontrast gerçekten görülmeye değerdi.
Dolaşırken, meydana yukarıdan bakan bir cafe-restoran aradık ama hijyen yönünden pek içimize sinen olmadı. Bir kaçına girip çıktıktan sonra sonunda birisinde oturduk ama şunu anladık ki, buradan keyif alabilmek için temizlik konusunda fazla titizlenmemek gerekiyor. Everest birası güzel. Biralar 65 cc lik şişelerde satılıyor.
Tur sözleşmemize 1 tam gün, şoförlü bir araçla Katmandu içi gezileri de dahil etmiştik. Sabah Katmandu ortalamasının oldukça üzerinde bir otomobil gelip bizi otelimizden aldı. Akşam hava kararıncaya, ziyaret edilebilecek yerler kapanıncaya kadar dolaştık, tekrar otelimize bıraktı. 30 USD ödedik.
İlkin “Shree Boudhanath Area” denilen yerdeki büyük stupaya gittik. Aslında ilk olarak Pashupatinath ‘a gidecektik ama yollar Teej Kadınlar Festivali sebebiyle inanılmaz şekilde kalabalıktı, bütün Katmandu yollara dökülmüş gibiydi. Kadınların hepsi şık, parlak kırmızı kıyafetlerle dışarıya çıkmışlar, yollardaydılar. Şehri kırmızıya boyamışlardı. “Shree Boudhanath Area” ya giriş bileti 150 rupi. Stupa’nın etrafı daire şeklinde binalarla çevrili, yuvarlak bir alan. Budist tapınakları, çok sayıda hediyelik eşya mağazası, çok sayıda restoran – kafe var. Küçüklü büyüklü dua çarklarının sayıca fazlalığı dikkat çekiyor. En ilgi çekici hediyeliklerden birisi de Singing Bowl denilen dövme pirinçten yapılmış kaseler. Kenarına sürtülen tahta bir çubuğun yarattığı titreşimle, hiç umulmayan bir ses çıkarıyorlar. Edebiyat derslerinden Asaf Halet Çelebi’nin şiir kitabının adı olarak aklımızda yer eden “Om Mani Padme Hum” mantrası burada kaselerin üzerinde, stupalarda, tapınaklarda hemen her her yerde karşımıza çıkıyor.
Neredeyse bütün Katmandu kadınları Pashupatinath’a akmış gibiydi. Giriş kişi başı 1000 rupi. Ucu bucağı gözükmeyen bir kutsal alan. Hatırı sayılır sayıda merdiven tırmanıp tekrar nehir kıyısına iniliyor, dönüşte de aynı şekilde önce tırmanış sonra iniş, insanı epeyce yoruyor. Bagmati nehri dikkat çekici şekilde hızlı olarak akıyor. Ölülerin yakıldığı karşı tarafa geçemedik ama bulunduğumuz kıyıdan seyredebildik. Biz oradayken iki ölü yakılıyordu. Birisinin yakılma işleminin tamamen bitip küllerinin nehre atıldığını, sonra da platformun, nehirden kovayla çekilen su dökülerek temizlendiğini ayrıntılı olarak izledik. Ardından iki ölü daha getirdiler. Birisi için yapılan hazırlıkları da ayrıntılarıyla izledik. Odunlar önceden dizilmiş oluyor. Ölüyü getirip üzerine yatırıyorlar. Baş kısmı açıkta oluyor. Vücudu kefen benzeri beyaz bir bezle kaplı, onun da üzerinde kavuniçi ayrı bir örtü var. Yakma işlemi başlamadan önce bu kavuniçi örtüyü nehire atıyorlar. Sonra hazırlıklar başlıyor. Büyük odunların altına tutuşturucu küçük ince çalılar koyuyorlar. En ilgi çekeni de ceset yanarken arada sırada duyulan patlamalar. Herhalde yanan vucuttan geliyor. Gerçekten çok ilginç. Çok sayıda maymun var ve gruplar halinde insanların arasında dolaşıyorlar. Birisi yanımızda babasının kucağındaki bir çocuğun elindeki cips paketini kaptı, epeyce bir heyecan yarattı. Buna özellikle dikkat etmek gerekiyor.
Pashupatinath’da epeyce zaman geçirip Bagmati’nin diğer yakasındaki Patan’a gittik. Burası Lalitpur olarak da anılıyor. Patan Durbar’a da Katmandu Durbar’da olduğu gibi biletle giriliyor. 750 rupi. Gerçekten çok güzel, gerçekten çok etkileyici. Bulunduğumuz zamandan ayrılıp, yüzyıllar öncesine gitmiş gibiydik. Festival sebebiyle burası da son derece kalabalıktı. Tahta işçiliği inanılmaz. Bu ölçüde ustalıklı , ayrıntılarda bu kadar zengin bir ağaç işçiliğinin, binaların yağmur, toz, güneş gibi etkilere son derece açık dış cephelerinde bile kullanılmış olması çok şaşırtıcı. Yalnızca Durbar’da değil, yakınında uzanan cadde ve sokaklarda da gezip dolaşmak gerekiyor. Burada rahatlıkla bir tam gün geçirilebilir. Yakındaki Altın Tapınak, turistik rehberlerde ön planda yer verilmesine karşın bize o ölçüde ilginç gelmedi. (Giriş 50 rupi)
Swayambhunath , maymun tapınağı olarak da isimlendiriliyor. Giriş 200 rupi. Hakikaten, alan hakimiyeti tamamen maymunlarda. Buranın gerçek sahibi onlar gibiler. Ortalıkta serbestçe gezip dolaşıyorlar. Birisi aşağıdan diğeri yukarıdan olmak üzere iki girişi var. Katmandu’nun genelinde olduğu gibi burada da çöp kovası, sepeti diye bir şey yok, tüm çöpleri yere atıyorlar. Özellikle şehre yukarıdan bakılabilen terasların kenarlarında görüntü ve koku rahatsız edici boyutta.
Pokhara’ya uçakla gidecektik. Otelden ayarladıkları bir taksi ile bizi havaalanına götürdüler. Havaalanının anabinasına gireceğimizi düşünürken, bizdeki 30-40 yıl önceki otobüs garajlarını andıran bir yere girdik. Uçuş kartımızı alıp bagajımızı verirken kanada denk gelmesin filan diyecek olduk ama zaten koltuk numarası vermiyorlarmış. Bir nevi dolmuş usulü, bulduğun yere oturuyorsun. Bu bölümden, uçağa bineceğimiz salona sürekli öten bir x ray den, ayrıca elle aranarak geçtik. Bu salon diğerine göre oldukça düzgün sayılırdı. Yeti Airlines’e ait, iç hatlarda kullandıkları diğerleri gibi pervaneli küçük bir uçaktı. Paralel gittiğimiz Himalayalar’ı izlerken saate bakmamışız ama uçuş yarım saatten kısa sürdü. Pokhara havaalanı oldukça küçük. Otelin aracıyla aldılar. Biraz dinlendikten sonra çıkıp dolaştık. Şehrin merkezi göl kenarında değil. Göl kıyısı daha ziyade turistik merkez havasında. Katmandu’dan çok farklı. Çok sayıda restoranlar kafeler, çeşitli mağazalar ve büyük marketler var. Ürünlerde fiyat etiketi de bulunuyor. Hediyelikler Katmandu’ya göre daha hesaplı.
Fewa gölü çok etkileyici. Sahilde kayıklar var, çeşitli seçeneklerde kiralanabiliyor. İstenirse kıyıdan az ilerideki küçük adada bulunan tapınağa da gidilebiliyordu ama biz adanın etrafından geçip karşı kıyı boyunca , kıyıdaki ağaçların göle uzanmış dallarının altında ilerlemeyi tercih ettik. Kayığı uzun tek bir kürekle, arkada yüksekte oturarak idare ediyorlar. İnsana zamanın dışına çıktığı duygusunu veren sessizlikte zamanın nasıl geçtiği anlaşılmıyor. Varsa cennet buna benzer bir yer olmalı. Pokhara’da yemek konusunda Katmandu’ya göre daha fazla seçenek var. Ama balık, özellikle önerilebilir.
Oteldeki odamız iki cepheliydi. Bir cephe göl tarafındayken bir cephesi dağ tarafına bakıyordu. İlk geldiğimizde farkına varmamıştık ya da gerçekten görünmüyordu. Chitwan’a gitmek için sabah çok erken kalktığımızda, pencerede Annapurna’nın Fishtail zirvesi , bütün görkemiyle karşımızda gökyüzüne doğru dimdik yükseliyordu. Etkileyici bir manzaraydı. Kahvaltıdan sonra otobüs garajına giderken Fishtail yine görünmez olmuştu.
Garaj denilen yer aslında bildiğimiz toprak bir alan, bir kenarında otobüsler, bir kenarında birkaç yazıhane var. Otobüslerde şoför mahalli, yolcu bölümünden bir kapıyla ayrılıyor. Burası ayrı bir oda biçiminde, şoförün yanında üç dört kişinin oturabileceği yerler var. Yollar berbat. Bazı kısımları toprak, çukurlarla dolu, otobüs oralarda iyice çalkalanıyor. Ama düz asfalt olarak görünen yerlerde bile çok sarsıyor. Ciddi amortisör sorunları var. Bir de bizim otobüs yollarda gördüklerimizle karşılaştırılmayacak kadar yeniydi. Çok daha eski görünümlü olan diğerlerinin nasıl sarstığını düşünemiyorum. Yolun başlangıcında üst bagajında keçiler taşıyan bir otobüs gördük. Bir de şu çok ilginçti, önümüzde hızla giden bir otobüsten, birden adamın birisi dışarı çıkıp, aynen Bruce Willis filimlerindeki gibi otobüsün üzerine tırmandı. Bir süre orada kalıp, sonra bir şeyler alarak tekrar aşağı inip, içeri girdi. Ama bütün bunları yaparken otobüs hızla yola devam ediyordu. Tam anlamıyla “gerçeküstü”ydü. Uzun süre dağlık bir bölgede yol aldık. Manzara sağlı sollu nefisti. Sürekli olarak sağlı sollu yamaçlar arasına sıkışmış pirinç tarlalarının arasından geçtik. Dağlardan adeta su fışkırıyor. Her taraf yemyeşil. Tam anlamıyla balta girmemiş ormanlarla kaplı. Bir de bu arada kaza yaptık. Yolun bir kenarına yol inşa malzemesi yığdıkları için geçişin tek taraflı yapılabildiği bir noktada, karşıdan gelen bir kamyona yol vermek için bizim otobüs geri çekildi, kamyon geçti, ardından yanaşan bir kamyonet aradan sıyrılmaya çalışırken bizimkinin yan aynasına dokunup kırdı. Şoför indi, muavin indi, ilginç olan, bizde olması gerektiği gibi kavga olmadı. Chitwan’a doğru düzlüğe indik. Hava sıcaklaştı. “Lüx” otobüsümüzün vantilatörlerini çalıştırdılar. Düzlükte , ortam Hindistan havasına büründü. Tenler daha da koyulaştı. Üzerinde india yazılı kamyonlar çoğaldı. Ağır nemli sıcak bir havaya girmiş olduk. Otobüs, milli parkın çok yakınındaki bir noktaya kadar geldi. Otelimizden bir araç bizi bekliyordu. Arkası açık ve sağlı sollu oturma yerleri olan bir kamyonetti. Arkaya geçip oturduk. Toz içinde hoplaya zıplaya sazdan yapılıp üzeri çamurla sıvanmış barakaların arasından geçerek otele geldik. Geldiğimizde epeyce hırpalanmış durumdaydık. Öğle yemeği hazırlamışlar onu yedik kendimize geldik, sonra odamızı gösterdiler. Oda dedikleri de içinde bulunduğumuz “jungle” ortamında bungalov tarzı bir yer. Kendimizi suyun altına zor attık. Klima çalışıyor gibi ama sık sık elektrik kesildiğinden aslında klimadan hayır gelmiyor, vantilatörü çalıştırdık. Akşamüzeri odamızdan görünen Taru köyüne yürüyüşe çıktık. Taru’lar burası milli park olmazdan önce de burada yaşayan bir kabileymiş. Duvarları sazdan yapılıp üzeri çamurla sıvanarak oluşturulmuş kulübelerde yaşıyorlar. İnsanlar günlük yaşamlarını sürdürüyorlar, kadınlar yemek yapıyorlar, çocuklar oynuyor, hayvanlar bir tarafta, erkekler , kadınlar bir şeylerle uğraşıyorlar. Yakındaki küçük gölde kadının birisi bulaşık yıkıyor, iki çocukla bir kadın hemen yanlarında suya giriyordu. Küçük bir köy, ama turistlerin gezdiği bir yer olmasından dolayı olsa gerek üçü küçük birisi biraz daha büyük çaplı dört tane bakkalı vardı. Yürüyüşten dönüşte yerdeki otların üzerinde sülükleri gördük. Orman yürüyüşünde üzerimize yapışabileceklerini söyleyip, bu yüzden uzun pantolon ve uzun kollu gömlek giyip , başımıza da şapka takmamız konusunda uyardılar. Burada Katmandu’dan ve Pokhara’dan çok farklı bir iklim hakim. Apayrı bir ülke gibi. Hindistan’ın havasını da bu şekilde kısmen tatmış olduk.
Akşam milli park dışına çıkıp, az ilerideki köy irisi yerleşime gittik. Taru tarzında , duvarları toprak sıvalı havasında, son derece sade inşa edilmiş, oturma yerleri de Taru evlerindeki gibi basit ve işlevsel tahta sıralardan ibaret bir salonda Taru danslarından örnekler izledik. Güzeldi. Dönüşte yolda bir ara aracımız durdu , önce neden durduğunu anlayamadık ama sonra az ileride karanlığın içinde arkası dönük duran bir gergedanı fark edebildik. Döndüğümüzde elektriklerde bir arıza yoktu. Bir süre klimayı çalıştırdık, sonra üşüyüp kapattık. Sabaha kadar da pencereler açık şekilde yattık. Gece çok sıcak olmuyor ama gündüz tam cehennem.
Ertesi gün ormanda filler üzerinde yapılan bir geziye katıldık. Orman son derece sık, koyu gölgeli , gerçek bir orman. Bir çok tesisten gelen turistleri burada fillere bindirip ormanda gezdiriyorlar. Her filin üzerindeki kare biçimli platforma , her bir kişi köşebenti bacaklarının arasına alacak şekilde dört kişi bindiriyorlar. Fil sürücüsü de filin ensesine çıkıyor, ayaklarını filin kulaklarının arkasına dokundurarak yönünü belirleyebiliyor bir de elinde bir sopa bulunuyor. Bir gergedanla yavrusunun içinde olduğu bir çamur birikintisinin olduğu yere bütün filler aynı anda gelmişti. Bu gergedandan daha önce Chitwan’a gelenler de sözetmişti. Herhalde hep aynı yerde duruyorlar, nasıl oluyorsa. Bir de gezinti süresince dört beş tane geyik veya ona benzer hayvan gördük. Son iki tanesi yere uzanmış öyle bakınıyorlardı. Arada dolaşırken bir de sülün gördük , fil pisliğinde eşiniyordu. Değişik bir deneyimdi. Orman gerçekten çok güzel ama, filin üzerinde insan hem denge bulmaya çalışıp, hem de çantaya, fotoğraf makinasına sahip olmaya çalışırken büyük efor sarfediyor. Hava zaten sıcak ve nemli, bu şekilde çok yorulup , çamaşırlarımıza kadar ter içinde kaldık. Neyse ki, bu etkinlikten sonra otele geri getirip, 12.30 a kadar serbest bıraktılar. Kendimizi hemen suyun altına atıp, elbise ve çamaşırlarımızı kuruması için çıkartıp astık.
Öğle yemeğinden sonra bu kez kano gezintisi için hareket ettik. Kanolar tek bir ağaç kütüğünden oyularak yapılmış uzun ince ama düz tabanlı tekneler. Arkada ayakta duran bir kişi tarafından uzun bir sopayla idare ediliyor. Çok uzun olduğu için çok sayıda kişi binebiliyor. Nehir genellikle sakin akan bir nehir. Zaten bütün bu bölge genel olarak düzlük. Görünür mesafede tepe, dağ benzeri yükselti yok. Nehirde uzun bir süre tamamen sessiz bir ortamda gittik. Son derece huzur verici bir ortamdı. İki timsah gördük, birkaç tane balıkçıl, yalı çapkını benzeri birkaç güzel renkli kuş, nehre kadar inen dallar ve sarmaşıklarıyla koskoca bir orman. Bir süre sonra nehrin karşı yakasında bir yerde karaya çıktık. Ormanda yürümeye başladık. Kısa bir süre yürüdükten sonra bir açıklıkta otlayan bir gergedan gördük. Yavaş yavaş belli bir mesafeye kadar yaklaştık. Yine de epeyce uzakta sayılırdık. Hayvan fazla kıpırdamadığı için rahatlıkla fotoğraf çekebildik. Daha sonra birkaç tane ceylan ve geyik de gördük ama bunlar sürekli kıpırdayıp durdukları için fotoğrafları pek başarılı olmadı. Oradan Elephant Briding Center denilen bir yere gittik. Üç aylık bir yavru herkesin ilgisini çekiyordu. Burayı da dolaştıktan sonra yine bir süre yürüyüp nehir kenarına indik. Bir kano bu kıyıda birikenleri sırasıyla alıp karşıya geçiriyordu, biz de geçtik. Karşıda üç tane hediyelik tezgahının önünden geçerek küçük bakkal tarzı bir yerin önünde geldik. Oturacak yerler de vardı. Buz gibi “Gorkha” biralarımızı aldık. Baştan aşağı tere batmış o halimizle çok iyi geldi. Güneşin batışını bu şekilde izledik. Her tarafımız yapış yapıştı, ter dışarıya vurmuştu, elbiselerimiz alenen ıslaktı. Otele döner dönmez kendimizi suyun altına attık. Elbise ve çamaşırlarımızı da kuruması için astık. Ertesi sabah Katmandu’ya yola çıkmak üzere kalktığımızda , elbiseleri gece dışarıda bırakmamızın çok büyük hata olduğunu gördük.
Astığımızdan daha ıslak durumdaydılar. Saç kurutma makinesiyle olabildiği kadar kurutmaya çalışıp artık o vaziyette yarı ıslak olarak valize koyduk. Yine otelin aracıyla garaja gittik. Birlikte geldiğimiz Çinliler Pokhara’ya gidiyormuş, eski tip bir otobüse bindiler. Bagajları da otobüsün üstündeki açık bagaja yerleştiriyorlardı. Otobüsümüz onlarınkinden yeniydi. Garaj dediğim yer aslında yan yana beş altı otobüsün sıralandığı boş bir alan. Bir köşesinde tuvalet var. Bir de fil pisliklerinden yapılan kağıtların satıldığı bir dükkan. Katmandu’ya doğru giderken yolun sol tarafında bir nehir akıyor, Yer yer uçurum denecek kadar yüksekten geçen yolun altındaki nehir manzarası etkileyici. Otobüsteki tüm turistler o taraftaydı, biz nasıl olduysa Nepal’lilerin tarafında oturmuş bulunduk. Bu yol Pokhara Chitwan karayolundan çok daha iyi durumda. Yolun başlangıcında Bharatpur civarında, düzlükte yerleşim inanılmaz yoğunlukta saatlerce gidilmesine karşın yerleşimde bir gevşeme görülmeden, evler, dükkanlar, okullar devam edip gidiyor. Dağlara tırmanmaya başladıkça yoğunluk azalıyor. Mola yerindeaslında aç olmamamıza karşın “mo mo” söyledik. Bizdeki büyük kutu biralara burada küçük bira diyorlar. Asıl olarak içtikleri şişe biralar 6,50 litrelik. Bu momo gerçekten güzel bir yemek. Porsiyonda 10 tane oluyor. Hamuru çiğ gibi görünmesine rağmen çiğ değil.
Otobüste önümüzdeki iki koltukta biri küçük biri daha büyük iki çocuğuyla yolculuk yapan bir Tibetli kadın vardı. Açık camdan sürekli dışarıya tükürüyordu. Yolun ortalarına doğru otobüsün hızlı gittiği bir sırada yine tükürdü, rüzgarın etkisiyle geri dönüp bizim pencereden içeri girip koltuğun koluna yapıştı. Ayağa kalkıp pencereden üzerimize geldiğini anlatmaya çalıştık, döndü , uzanıp elindeki bezle mi elbisesinin koluyla mı bir şeyle tükürüğünü sildi. Ondan sonra da hareket halindeyken bir daha yapmadı. Nepal’lilerde bu alışkanlık son derece yaygın.
Katmandu’daki son günümüzü , keşke birkaç gün daha kalabilseydik diyerek , sokaklarda dolaşarak geçirdik. Tekstil ürünleri çok çeşitli ve hesaplı görünüyor. Yalnızca pashmina ürünleri satan çok sayıda mağaza bulunuyor.
Yerel yemekleri tatmak için Thamel’de bulunan Nepalese Kitchen restoranı kuvvetle öneririz. Bahçesi güzel, interneti de çoğu yere göre çok daha kuvvetli. Yak restoran da güzeldi. Ancak tüm restoranlar 10 da kapanıyor. Geceyi planlarken buna dikkat etmek gerekiyor. Yerel yemeklerden daal bhat ve momo’yu sevdik. Özellikle momo birayla çok iyi gidiyor. Tüm restoran ve kafelerde fiyatlara % 10 servis ücreti ayrıca ilave ediliyor.
Erken yatıp erken kalkıyorlar, sabahın 6 buçuk yedisinde bile şehirler son derece canlı, sokaklar dolu, trafik yoğun oluyor. Nepalliler dikkat çekici şekilde güleryüzlü insanlar. Bir haftalık gezimizde kavga eden, yüksek sesle konuşan, tartışan kimseye rastlamadık. Adeta sinirlerini aldırmış gibiler. İnsanların patlamaya hazır barut fıçısı gibi dolaştıkları, şiddetin kanıksanıp, kendini ifade tarzı olarak benimsendiği bir kültürel yapıdan gelince bu durum fazlasıyla dikkat çekiyor. Bir yandan da Nepal’lilerin bu nezaket ve sakinlikleriyle nasıl olup da yakın zamanda bir içsavaş çıkarmış olduklarını anlamaya çalışıyoruz. Yine İngiliz ve Hindistan ordularının en seçkin, en savaşçı birliklerini oluşturan, Çanakkale savaşına da katılan Gurka’ların Nepalli oluşları da bu kapsamda düşündürücü.
Gözümüze çarpan diğer bir nokta, sigara içen kişiye rastlamamış olmamızdı. Sanki ülkede sigara içilmiyor . Hepsinden şaşırtıcı olanı da trafikteki kaos görüntüsüne karşın tüm motorsiklet sürücülerinin istisnasız olarak kask takıyor olmasıydı. (otomobilden çok daha fazla motorsiklet bulunuyor)
Havaalanında çıkarken yine bir form doldurmamız gerekti. Uçuşun ilk yarım saatinde Himalayalara paralel ilerledik. Gelirken neredeyse tamamen dolu olan uçak bu kez boş sayılırdı. Umarız bu durum Katmandu uçuşlarının iptaline sebep olmaz.
CEM KOÇ