Kadim Şehir Bağdat – Dünyanın Eski Başkenti 2
Volume 2 – İnsanlar
Bağdat; gece otel odasından bakıldığında tarihten bu yana bereket timsali olarak görülmüş ve Türkiye topraklarından başlayarak uzunca bir yol kat eden Dicle Nehri’nin (Tigris) iki yanına kurulmuş, ışıl ışıl bir kent.
Yerli halkın bereket timsali bu nehirden Bağdat seyahatimden yalnızca birkaç yıl öncesine kadar cansız bedenler topladıklarını anlatmaları ise gerçekten trajik.
Kentte bulunan yüksek yapılar birkaç büyük otel ve genellikle harabeye dönmüş, tekrar imar edilmeye çalışılan Bakanlık binalarından ibaret. Bu büyük yapılara yerli halkın pek de yaklaştığını göremiyorsunuz. Adeta izole yapı adaları haline gelmiş bu yapılar.
Kentin en izole parçası ise; tabiî ki de Amerikan askerleri ve diğer uluslar arası temsilcilerin yaşadığı ‘Green Zone’ olarak adlandırılmış bölge. Bu alana girişime izin verilmiyor. Esasen bu alanın yakınında dolaşmak bile riskmiş gibi geliyor insana, olağanüstü güvenlik önlemleri ve en ufak bir şüpheli tavrınızda sanki sizi tutuklamaya hazır Arap ve Amerikalı askerlerle dolu çevresi.
İnsanlar çok dost canlısı, en azından bazı ince çizgileri ihlal etmediğiniz müddetçe. Kimlerin gerçekten işgalden hoşnut kimlerin rahatsız olduğunu anlamanız neredeyse imkânsız. Herkes korkuyor ve durumdan memnunmuş gibi davranmaya çalışıyor. Seyahat boyunca belki de en fazla dikkati çeken konu ise; beni taşıyan konvoyun ve diğer güvenlik araçlarının geçişi sırasında, eğer bu geçiş akşam saatlerinden sonra ise, karşılaştığımız sivil araçların sürücülerinin araçlarını derhal durdurarak iç lambalarını yakıp farlarını söndürmeleri ve başlarını önlerine eğmeleri. Bunu ilk gördüğümde anlam verememiş olmama rağmen bunun güvenlik için bir süredir zaman zaman uygulanan bir metot olduğunu öğreniyorum, üzülmemek ciddi anlamda imkansız. Olağanüstü hal tam da böyle bir durum olsa gerek.
Son yıllarda en makbul meslek askerlik ya da polis kuvvetlerine katılabilmekmiş, disiplin gerektiren bir işleri olsa da sivil halkın karşılaştığı bu tip durumları görünce belki de yapılabilecek en rahat işmiş gibi geliyor insanlara, gelir olarak da vasatın üzerinde durumdalar imiş.
Benim kaldığım süre boyunca şehrin çeşitli bölgelerinde iki bombalama olayı oluyor, yalnızca birinin sesini duyduğumu hatırlıyorum, fakat insanlar artık bunu dahi kanıksamış, kimin kimi ne için öldürdüğü konusunda fikir yürütmeyi de bırakmışlar gibi.
Eğer yanınızda Arapça bilen birisi var ise sosyolojik yapıyı tam olarak okuyabileceğiniz yerler ‘kahwa’ler. Size sorulmadan 3 dolu kaşık şekerle tatlandırılan çayınızı, ya da acı ‘mırra’nızı içebileceğiniz bir yandan da her yaştan insanlarla dolu bu ortamlarda ‘bolat alemdar’ hikâyelerini dinleyebileceğiniz yerler. Saddam kötüydü ama bu da olmamalıydı noktasına geliyor genellikle insanlar. Ziyaretimin olduğu dönemde halen sıcaklığını koruyan mezhep kavgaları da bireysel anlamda insanları fazlasıyla rahatsız ediyor. Gittiğim kıraathanelerden birinde tanıştığım kendisi Şii Arap, eşi Sünni bir Türkmen olan birinden fazlasıyla hissediyorum bu rahatsızlığı. Bazı bölgelerde zorunlu göçlerin yaşandığını anlatıyor. Dicle nehri anlayabildiğim kadarıyla bir sınır olarak kullanılmış bu uygulamalarda, evini taşımak zorunda kalmış eşinin ailesinden uzağa.
Daha sonra ayrıca değineceğim Babil ziyaretim sırasında, Saddam Hüseyin’in saraylarından birini geziyorum. İnsanların işgalden hemen sonraki ruh halini de orada net olarak anlayabiliyorum. Saray adeta talan edilmiş, harabeye çevrilmiş. Hâlbuki Saddam yılda bir iki gün kalırmış bu sarayda. İnsanlarda ilk işgal günlerinde Saddam Hüseyin’e karşı büyük bir kin varmış, burası su götürmez bir gerçek. Fakat işgalden yıllar sonra bambaşka bir noktaya gelmiş oldukları da diğer bir gerçek.
Kent içinde insanlar bir şekilde hayatlarına devam etmek zorunda olduklarından ticaretleri devam etmekte. Dikkate değer bir husus ise özellikle Şii mahallelerinde yer alan Pazar yerlerinde Şiiliği ön plana çıkaran büyük posterlerin, afişlerin asılı oluşu, esasen beni Sünni bölgeye girişime güvenlik gerekçesiyle izin de verilmiyor. Dolayısıyla o bölgede yaşayan insanlara ilişkin gözlem yapamadan noktalıyorum seyahatimi.
İnsanlarla ilgili Bağdat’ın insanlarıyla ilgili özet tek söz söylemem gerekirse söyleyebileceğim şey ise; plastik bir umut çiziminin ardında yatan ve hayatlarının her alanında yaşadıkları, geleceğe dair ‘umutsuzlukları’dır sanırım.
Devamı Gelecek..//