Dünyadan

Barselona

Las Ramblas Barselona’nın kalbidir. Kalbi orada atar Barselona’nın. Dünyanın dört bir yanından gelmiş binlerce insan orada biraraya gelir, dolaşır, eğlenir, sokak gösterilerini izler, bir aşağı bir yukarı yürürler.
 
Yaklaşık 1,5 km uzunluğundaki Las Ramblas, “Katulonya Meydanı”ndan başlayıp denize doğru dik giden, eni zaman zaman 100 metereye çıkan, üzerinde birçok dükkanın, kafenin, satıcıların, gösteri yapan insanların bulunduğu en kozmopolit bölgesidir kentin.
 
Zaten “rambla” Katalancada yürümek anlamına gelir, aslında yürüyüş yolu, yaya yolu demektir. Barselona’da birçok yerde “rambla” vardır. Özgür yayalar, çocuklar, yaşlılar engelliler güven içerisinde yürürler bu yollarda. Bu yüzden midir bilmiyorum, ama yürüdükçe yürüyor insan Barselona’da! Bazen bir “tapas bar” da mola verip etrafı, yaşamı izleyerek birasını veya bir kadeh şarabını yudumlayarak. Bazen bir kafe’sinde soluklanıp, arka masadaki yaşlı Katalan Hanım’la selamlaşıp kahvesini içerek. Sokakta sanatını sergilemekte olan bir ressamı izleyerek, bir müzisyenin çaldığı melodiyi dinleyerek, pandomimcileri seyrederek yürüyor insan Barselona sokaklarında, caddelerinde, meydanlarında. Her sokak farklı bir vista, her bölgesi farklı bir yaşam kesiti, her yapı barok döneminin, gothic tarzının birer sanat eseri; sanatla, tarihle, mimarlıkla içiçe yürürsünüz Barselona da…
 
Oldukça farklı bir siyasi ve etnik yapıya sahip bir ülkenin, İspanya’nın, kuzeydoğusunda 1,5 milyon nüfuslu bir kenttir Barselona. Yarı özerk bir yapıya sahip Katalunya (Catalunya) bölgesinin başkentidir. Katalanlar (Katalunya özerk bölgesinde yaşayanlara Katalan deniliyor) kuzeydoğu İspanya’da yerleşmiş, köklerinin İspanyol değil Romalı olduğunu iddia eden, kendi dillerini (Katalanca) konuşan, İspanya’dan oldukça farklı bir kültürel yapıya sahip toplumdur.
 
Barselona, Milattan Önce 200 yıllarında bir Roma Kolonisi olarak kurulmuştur. O yıllarda, henüz ekonomik ve siyasi olarak çok önemli görülmeyen “Barcino”, daha sonraki yıllarda, Vizigotların ve daha sonra Müslümanların (Endülüs) istilalarına uğramış ve MS 801 yılına kadar İslam egemenliği devam etmiştir. Endülüs hakimiyeti, Frenk istilalarıyla sonlanmış ve 12. yüzyıldan itibaren ekonomik olarak yükselen ve zenginleşen bir kent konumuna gelmiştir. Katalanlar, 14.yüzyıl başlarında, kendi başlarına yönetildilerse de, 15.yüzyıldan itibaren İspanya Krallığı’nın bir eyaleti olmuştur.
 
 
Barselona, 1853 yılında, yarışma yolu ile elde edilen bir kent planı ile gelişmiştir. Planla gelişmeye açılan yeni bölgeleri dönemin mimarlarının eserleri şekillendrmiştir. Bu mimarlardan en ünlüsü, kente bir çok eser kazandırmış olan mimar, Antoni Gaudi’dir (1852-1926).
 
Barselona, “Gaudi” ile birlikte anılmaktadır. Öyle ki, kente gelen her turist mutlaka Gaudi’nin eserleri ile karşılacaktır. Bu eserlerden en etkileyicisi, La Sagrada Familia Kilisesi’dir. Gaudi Kilisenin yapımına 1883 yılında başlamıştır. Ancak, Gaudi’nin bu olağanüstü eseri o kadar hassas detaylar ve ince işçiliklerden oluşmaktadır ki, hem malzeme hem de işçilik için çok paraya ihtiyaç duyulmuştur. Kiliseyi yaptıran ailenin tüm parası biter ancak Kilise bitmez. Bunun üzerine, Gaudi, kendi parasıyla eserini bitirmeye çabalar. Ancak, kendisinin de parası biter. Gaudi’nin bu maddi sıkıntılar yaşadığı dönemde, bir tramvay kazasında hayatını kaybetmesi ayrıca trajiktir. Bunun üzerine Kilise yarım kalır. Ancak, daha sonraları, bu eserin tamamlanması için, Gaudi’nin birçok eskizinden, notlarından faydalanılır. Projenin tamamı çizili olmadığından ve Gaudi neredeyse spontane katkılar sağladığından projeye, nasıl bir proje olacağı bile yıllarca tartışılır. Hatta projeyi tamamlamamak bile kararlardan biri olarak sık sık gündeme gelir. Bugünlerde, Gaudi’nin projesine sadık kalınarak Kilise’nin inşaatına devam edilmektedir.
 
Gaudi sıradışı bir mimardır. Yarattığı eserlerin tamamı sıradışı ve farklı mimari çalışmalardır.. Örneğin, Casa Milla (La Pedrera) isimli apartmanı, kullanılan formlar ile, malzeme ile, işçilik ile çok farklı ve çarpıcı bir eserdir. Benzer şekilde, yine bir konut projesi Casa Battlo, hastaneler, birçok konut projesi, mobilya tasarımları, heykeller, anıtsal yapılar ve nihayet bir kent parkı… Gaudi’nin yaptığı park, Park Guell, bir park nasıl olmalıdır, insanlar bir park’dan ne beklerler, park alanındaki boşluk-doluluk oranları, açık alanlar, peyzaj ögelerinin etkili kullanımı, malzeme zenginliği, yaratıcı fikirler ve parkı kullananların hissetikleri düşünüldüğünde belki de bugüne kadar tasarlanmış en ilginç park projesi denilebilir.
 
Gaudi gibi, Barselona’dan bir çok başarılı sanatçı çıkmıştır. Örneğin ressam Pablo Picasso, Salvador Dali ve Joan Miro. Eserleri kentin çeşitli müzelerinde sergilenen bu sanatçıların yaratcı ürünleri oldukça etkileyicidir.
 
Katalan yemekleri, ruhunu denizden alır. Yani, balıklar ve diğer tüm deniz ürünleri buranın ana menüsünü oluşturur. Bölgenin üzüm ve zeytin yetiştiriciliğnde iddialı bir durumda olması, hem şarap, hem de zeytinyağının en üst kalitelerde sunulmasını sağlamaktadır. Şarapları, hem lezzetli hem de çok ucuz. Ama sanırım yılın büyük bir döneminde hava sıcaklığının çok yüksek olmasından dolayı Katalanlar “Sangria” denilen başka bir içki geliştirmişler ve genelde o içiliyor.
 
Kırmızı şarap ile, bazı meyvelerin karıştırılmasından ve bekletilip süzülmesinden oluşmuş gibi düşünebileceğimiz bu Sangria’yı da; tıpkı bir nevi deniz ürünlü ve safranlı pilav olarak düşünebileceğimiz “Paella” gibi, anlatmaktansa tadılmasını önermeyi tercih ederim. Çünkü, bunlar da “tapas” gibi bölgeye has lezzetlerdir.
 
Tapas, neredeyse, her restoran veya kafede mutlaka bulunan, belki 40 çeşit, belki 80 çeşitten oluşan bir tür “meze”lerdir. Tam bir geleneksel yiyecektir. Tam bir yemek değil de, şöyle bir atıştırma ihtiyacını karşılar. Mükkemmel lezzetler. Hatta tapas İspanya’nın tümünde yaygın bir yiyecektir. Bazı bölgelerde (Güney İspanya) yine geleneksel olarak, bar (cervezeria) veya kafeteryalarda müşteri bir içki istediği anda masasına ücretsiz olarak en az iki kap tapas gelir.
 
Kentin yüksek noktalarında bir yere kurulmuş olan Park Guell’de, Gaudi’nin, inşaatlardan artmış mozaikleri toplayarak, dairesel formlarda yaptığı banklardan birine oturarak saatlerce izleyebilirsiniz Barselona’yı. Ya da, Montjuic’e çıkıp, Kale’den Akdeniz’i izlerken düşünceye dalıp, sanki gözlerinizi birazcık kısıp da daha dikatli bakarsanız Afrikayı bile görecekmiş gibi hissedeceğiniz manzarayı özlememek mümkün değildir. La Sagrada Familia’nın, o bir tek kişinin bile zorlukla çıkabileceği genişlikteki merdiveninden yukarıya tırmanırken nefes nefese, yukarıdan inen birine yol vermenin ancak bir pencere boşluğuna sığınarak mümkün olduğu o muhteşem kule’den kente bakmak, kuleler arasındaki köprülerden farklı yönlerde karşımıza çıkan farklı manzaraların tadı, kulelerin üzerindeki detaylar, ne kadar muhteşem bir eserin içinde olduğunuzu fısıldar size. Casa Mila’nın olağanüstü mimarisi, odalardaki detaylar, Art Nouve’nin hassas işçiliği, terasındaki sürpriz mekanlar, baca tasarımları dönemi anlatan oyuncaklar, elbiseler, tablolar muhteşemler.
 
Barselona’da, gözünüzün kestiği bir kafe, restoran ya da bar, sizi üzmez. Yiyecekler lezzetli, mekan temizdir. Yine de, yat limanında, Deniz Müzesi’nin içindeki restoranı öneririm. Ayrıca, Katlunya Meydanı civarındaki Tapas de Gaudi de iyidir. Son olarak da, çok turstik görünür ama Barselonalılar da giderler, kıyıda, port olimpic’deki restoranlar gayet iyidir. Bir tanesi, ama hangisi, duvarlarıdna hep ünlülerle çekilmiş forograflarla dolu olanı
Ahşap rengi dekorlu olanı 🙂